Suriye rejiminin bu eylül ayında İdlib’e operasyon yapacağını birkaç ay önceden duyurması, hemen sonrasında ABD ve müttefikleri olan İngiltere ile Fransa’nın kimyasal silah kullanılırsa vurabiliriz açıklamasıyla başlayan İdilb krizi, Türkiye’nin yoğun diplomatik çabaları sonucu yeni bir duruma evrilmeye başladı. Türkiye’nin Sahadaki gerçekliğe uygun olarak Rusya ve İran’ı bilgilendirmesi ve bu sayede ortak bir anlayış zeminine ulaşılması, krizin başlangıçtaki savaş riskinin daha kontrollü bir düzleme taşınmasına neden oldu. Zira dün ABD dış işleri bakanı Pompeo tarafından yapılan açıklamada Rusya ve Esed rejimi tarafından bölgeye yapılabilecek olası bir askeri operasyonu istemediklerini “ABD yaşananları zaten tehlikeli boyutlarda olan şiddeti tırmandırıcı adımlar olarak görmektedir” ifadesiyle belirtmiş olması, konvasiyonel çatışma riski üzerinde baskı oluşturan diğer önemli bir faktör oldu. Böylece İdlib krizinde diplomasi ve diyaloğun şu an için bir adım öne geçtiğini söylemek mümkün hale geldi.
Peki bundan sonra ne olacak? İdlib’de yeterli askeri gücü ve olası krizlerin tetikleyebileceği sorunlara karşı her türlü hazırlığı bulunan Türkiye’nin şu ana kadar Rusya ve İran’ı belirli bir anlayış zeminine taşıyabilmiş olması oldukça önemli. 7 Eylül tarihinde Tebriz’de yapılacak “Üçlü Suriye Zirvesi”ni bunun bir tezahürü olarak görmek lazım. Rusya’nın Türkiye ile birlikte Doğu Akdeniz’e ilave askeri güç konuşlandırarak Suriye ile Batılı güçler arasına mesafe koyması, Pompeo’nun dünkü açıklamasına önemli bir gerekçe olsa gerek. Bence İdlib Krizinin birinci adımı böylece tamamlanmış oldu. Buraya kadar yaşananlardan verilen mesajı, Astana ekseninin Suriye’ye ABD ve müttefiklerinin müdahalesini istemediği ve bunu önlemede başarılı olduğu şeklinde okumak mümkün. İkinci safhanın ağırlık merkezi ise İdilb sorununun Türkiye-Rusya-İran arasında varılacak bir mutabakata göre çözülmesi olduğunu söyleyebiliriz. Şu an detayları üzerinde çalışılan bu plana göre bölgede 100 bin civarında olan silahlı gurupların silahtan arındırılarak çatışmasızlığın kalıcı hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Bu kapsamda söz dinlemeyen terörist guruplara karşı müşterek ve kontrollü bir operasyon yapılması önümüzdeki günlerde muhtemel görünüyor. Böylece göç, insani dram gibi ciddi bir kriz yaşanmadan sorunun çözümü mümkün hale gelebilir. Elbette bu süreçte silahlı gurupların ikna edilmesi, silahtan arındırılması veya bazılarının silahlı bile olsalar yeni kurulacak kurumsal Suriye’ye entegre olabilecekleri ve terörize olmayacakları legal zeminlere çekilebilmeleri kolay olmayacak. Bu nedenle söz dilemeyen ve özellikle batılı bazı istihbarat örgütlerine taşeronluk yapma eğiliminde olan bir takım silahlı gurupların Türkiye’nin ve Rusya’nın terör örgütleri listesine girmeleri de mümkün görünüyor. Olayın daha da ilginç olan boyutu aynı durum İran için de geçerli olabilir. Buradaki çatışmasızlık sürecinin devamı için İran’da bir takım kendisine yakın silahlı gurup veya alt guruplardan desteğini çekmek durumunda kalabilir. Ancak en kötü senaryo ABD ve batılı güçlerin bölgeye müdahalesiyle bölgenin kontrol edilemeyecek kaotik bir hal almasıdır. Çünkü böyle bir durumdan sadece ABD ve Batılı müttefiklerinin yarar sağlayacağı yeni bir düzen çıkar ve bu düzen başta bölgede yaşayan yerel halk olmak üzere bölgedeki hiçbir aktör için hayırlı olmayacaktır.
İdilb özelinde yukarıda anlattığım gibi ikinci adımın başarıyla tamamlanabilmesi durumunda sıranın Mümbiç özelinde PKK/PYD’ye geleceğini söylemek mümkün. İşte o nedenledir ki ABD daha şimdiden PKK/PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde olduğu alanlarda radar sistemleri ile entegre hava savunma füze sistemleri kurmaya çalışmakta ve böylece uçuşa yasak bir bölge oluşturarak, PKK/PYD’nin bölgede kendine bağlı bir aparat olarak kalmasını garanti altına almaya çalışmaktadır. Bu nedenle başta silah olmak üzere sürekli PKK/PYD’ye her türlü yardıma devam etmektedir. Ancak askeri ve teknik açıdan şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki ABD’nin PKK/PYD’yi Suriye’nin kuzeyinde yaşatmaya yönelik uçuşa yasak bölge oluşturma planının uygulanması o kadar kolay olmayacaktır. Birinci körfez savaşından sonra Irak’ın kuzeyindeki 36.Paralele Uçuşa Yasak Bölge Hattı çekilmesi kadar basit bir şekilde bu durumun Suriye’de gerçekleşmesi pek olası görülmüyor. Türkiye’nin konvansiyonel askeri gücünü bile kullanmadan oraya müdahale edebilecek pek çok imkânı ve seçeneği mevcut. Dolayısıyla İdlib’de Türkiye’nin öngördüğü gibi çözüme ulaşılması, Fırat’ın doğusunda da çözümün başlangıcı olabilir.