Komplo teorilerinde yaşayanlar

Abone Ol

Prigojin’in ölümü, komploculuğun nerelere vardığını bir kez daha göstermesi bakımından oldukça önemli.

İnsanların gerçeklerden çok komplo teorilerine ve yalanlara itibar ediyor olmasının nedenlerinin çok ciddi sosyolojik ve psikolojik analizleri yapıldı ve yapılmaya da devam edecek.

Mitolojilerin beslediği komploculuk -olumlu ya da olumsuz- dünya tarihinde ciddi roller edinmiş, pek çok kişi için hep işlemiş ve mantık kurallarını da çok iyi işleten hikâyeler yazılmıştır.

Bazı ölümler çok ilginç sebeplere bağlanmış, bazıları ise aslında “hiç yaşanmadı” olarak senaryolaştırılmıştır.

Gerçeğin yalın olması çok ilgi uyandırmadığı için gizemli olana yönelim olmuş ve gerçekler bu gizemin arkasına itilebilmiştir çoğu zaman.

İlk bakışta potansiyel suçlular, kişilerin ya da devletlerin hasımları olduğu için onlar üzerinde yazılan komplo teorileri, mutlak surette ciddi bir inanan kitle bulabilmiştir kendine.

Öyle ki yeterli hatta hiçbir delil olmadığı hâlde üretilen komplo teorisi, gerçeğe inananlardan daha fazla ilgi uyandırabilmiştir yine.

Bugün Elvis Presley, Tupac Shakur, Michael Jackson gibi ünlülerin aslında ölmediğine inananların sayısı hiç de azımsanmayacak kadar çoktur.

Hakeza Ahmet Kaya için bile böyle bir inanç çok yaygındır ve aslında onu birilerinin Fransa’da gördüğü bile iddia edilmiştir.

Birçok devlet adamı ve fikir akımı öncüsü için de taraftarları pek çok efsaneler yazabilmiş ve aslında liderlerinin ölmediğini iddia etmişlerdir.

Fidel Castro, Hugo Chavez gibi komünizmin önemli isimleri de bu “aslında ölmedi” temelli komploculuğun, adına hikâye yazdıklarındandır.

Bunların dışında bir de doğal sebeplerle değil de birilerinin öldürdüğüne inanılanlar var.

Saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok örnek vermek mümkün aslında.

Mesela Atatürk’ün ve Özal’ın ölümleri, kanıtlar yeterli olmadığı hâlde hâlâ onların düşmanları tarafından “yavaş yavaş öldürüldüğü” yönündedir ve bu inanç çok da yaygındır.

Gerek insanın fıtratındaki “gizemli olana yatkınlık” ve gerekse bazı suikastları yapanların ince hesaplarla buna fırsat açmaları sebebiyle komplolar, hep yazılmaya devam edecek.

Komploların gerçeğimizi ne kadar bulandırdığını tespit etmek ise bilginin bu kadar yaygın olduğu çağda bile hâlâ oldukça zor.

Pek çok şey -kamera kayıtlarına rağmen- komploya malzeme olmaktan kendini koruyamıyor.

“Aslında onlar montaj!” diyerek pek çok şeyi bulandırabilen açıklamalar, binbir çeşit komplonun ilham kaynağına dönüşüyor.

Örneğin; İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Chatham House'un Rusya uzmanı Keir Giles’ın, Wagner liderinin ölümüyle ilgili olarak, “Prigojin'in seyahatlerini gizlemek amacıyla birçok kişinin adı 'Yevgeniy Prigojin' olarak değiştirilmişti." iddiası.

Dünya çapında etkiye sahip böyle bir kuruluştan gelen bir açıklama, kafalarda pek çok komplo senaryosu için kıvılcımlar oluşturmadı mı?

Komplocular ne yapmaya çalışırsa çalışsın temel gerçekleri asla sarsamazlar.

Yaşatmaya çalıştıkları herkes gerçekten ölmüştür artık; biyolojik olarak ölmedikleri gerçek olsa bile.

Zira “aslında ölmedi” denilen hiç kimse bir daha var olduğu gibi var olmamış, gerçek olaylarda hiçbir izi hissedilmemiştir.

Bu, o evsafta kişiler için gerçek bir ölüm değilse nedir?

Tarihin akışında, ilhamlarından başka somut varlık olarak hiçbir etkileri kalmamıştır çünkü.

Komplocuların dediğini bir an “doğru” olarak kabul etsek bile onları tarihin sahnesinden çekip alanlar, her hâlükârda onları öldürmüşlerdir.

Yukarıda verdiğim örneklerde, tarih sahnesinden çekildikten ya da çektirildikten sonra hikâyesi devam eden tek bir örnek var mı?

Mesele gayet açıktır.

Ve demek ki komplo, sadece komplodur…