Kurulması üzerinden henüz bir yıl geçmeden katıldığı ilk genel seçimlerde (3 Kasım 2002) tek başına iktidar olma şansı yakalayan AK Parti’nin aldığı oy oranı yüzde 34 olmasına rağmen Parlamento’daki sayısal ağırlığı bu oranın tam da 2 katıydı ve bu, 1950’lerden bu yana elde edilen en büyük temsil gücüydü. Aynı seçimlerde AK Parti’ye Meclis’te refakat edecek tek parti ise, yüzde 19 oy oranıyla, yüzde 32’lik bir temsil gücüne ulaşan CHP idi. İrili ufaklı tüm diğer siyasi partiler Meclis dışı kalıyordu ki, bu da yaklaşık yüzde 47 oranında bir seçmen kitlesinin TBMM’de temsili olmaması anlamına gelmekteydi.
Böylesi muhteşem bir parlamento gücüyle hükümet kurma görevini üstlenen AK Parti’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ise, siyasi yasaklı olması nedeniyle bu seçimlere katılamamış ve Meclis’e girememişti. (Kısa bir süre sonra dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın da katkılarıyla bu ucube sorun bir şekilde çözüme kavuşacaktı. ) AK Parti formal olarak ülkenin hükümetini kendi başına kurmuştu kurmasına da ülkenin tüm anayasal kurumlarına 28 Şubat ruhu hakimdi ve bu ruh aslında tam anlamıyla AK Parti felsefesine karşıtlık üzere inşa edilmişti. Sivil, askeri ve yüksek yargı bürokrasisi tam anlamıyla şahin kanadın ellerindeydi ve üstelik dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer de bu konuda zirveyi temsil etmekteydi. AK Parti hükümetinin o günlerde çalışmak istemediği bir valinin görev yerini değiştirmek gibi bir tasarrufta bulunmak istemesi dahi oldukça büyük sıkıntılara yol açmakta ve çoğu kez başarısızlıkla sonuçlanmaktaydı. Kaldı ki, yüksek yargı ve askeri kademe bazen de orta düzey bürokrasi, içlerindeki hazımsızlığın kimi zaman saygısızca tavır ve davranışlar şeklinde dışavurumuna engel olamıyorlardı. Vesayet odaklarının neredeyse her ay yeni bir darbe ve engelleme planı üzerine oldukça zeki çalışmalar yapmakta olduklarını ise daha sonraları anlayacaktık.
İşte AK Parti iktidar macerası başladığı günlerde ülkenin umumi havası bu şekildeydi. Her ne kadar AK Parti aslında hükümetin başında görünse de esasen ülke, örtülü bir KOALİSYON mekanizmasıyla yönetiliyordu. AK Parti girdiği her seçimden oy oranını artırıp zaferlerle çıktığı ölçüde bu koalisyondaki etki gücünü artırıp esaslı ve kronik problemlerin çözümü hususunda kendi politikalarını uygulayabiliyordu. Yani, ülkemizin belli başlı problemlerinin çözümü noktasında atılan tüm adımlar, AK Parti’nin gittikçe artan oy oranıyla paralel yürümüş, 12 Eylül ve 28 Şubat vesayet sistemlerinin yakıcı tortuları bu oranlara bağlı olarak temizlenmeye çalışılmış, çok önemli yapısal reformların adımları işte bu dönemlerde atılmıştır. İstikrarlı bir ekonomi politikası tam da bu şekilde sağlanabilmiştir. Ancak çeşitli saiklerle yapılanmayanlar nedeniyle; örneğin yeni Anayasa, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunlarındaki elzem değişiklikler gibi, sistem maalesef koalisyoncu yapısını sürdürmeye devam etmektedir ve bir müddet daha bu vasfını korumaya devam edecek gibi görünmektedir.
7 Haziran seçimlerinde AK Parti yüzde 41 oy oranıyla Türkiye’nin rakipsiz lider partisi olduğunu yeniden kanıtlamıştır ve bugün 2002 şartlarından çok farklı bir Türkiye manzarası vardır karşımızda. Her şeyden önce devletin zirvesinde, o günlerde siyasi yasaklı olduğu için milletvekili seçimlerine katılamamış bir Reis vardır. Yüksek bürokrasi -sivil, askeri, yargısal- bambaşka bir formattadır şimdi. Tüm kara propaganda kampanyaları ve çirkin saldırılar karşısında dimdik durabilen yüzde 41-45 aralığında bir AK Parti’li seçmen tabanı vardır.
Kısa tarihi boyunca en centilmenlik dışı, demokrasi dışı koalisyonlara Türkiye ve millet hatırına mahkum olmayı göze alabilmiş bir partiden söz ediyoruz. Bu konuda son derece antrenmanlılar ve bu kez şartlar tamamen onlardan yana. Şayet ülkenin bir koalisyon hükümetiyle yönetilmesi zorunluluğu var ise, bunu kiminle ve ne şartlar altında yapılabileceğine dair karar verme iradesi tam anlamıyla AK Parti’nin elindedir ve kimsenin bu gerçekler ışığında dayatma yapması da mümkün olamaz, bakmayın siz çıkartılan gürültü ve patırtıya. AK Parti’nin böyle bir durumda yapması gereken tek hesap bu koalisyon işini hangi partiyle yapması durumunda ülkenin ve partinin en az zarar göreceğidir. Şayet hiçbir denklemden hayırlı sonuç çıkmayacaksa erken seçim kapısı hemen şurada, yanı başımızda açılmayı beklemektedir.
AK Parti lider kadrosu ve beyin takımı şayet bir erken seçim kararına doğru yol almayı düşünürlerse, umarım 7 Haziran sürecinin çok doğru bir okumasını yaparak bu işe kalkışırlar.
Ne demiş birisi; ticarette başarı para, siyasette ise oy sayısıdır.
Selam ve duayla…