Kirli bohça

Abone Ol

Türkiye, gencecik dokuz fidanın Mısır’da darağacına gönderilmesiyle sarsıldı. Bu idamların İslam dünyasının başka herhangi bir yerinde bu kadar etkisi olmuş mudur? Sanmıyorum. Cumhurbaşkanından, kadın-erkek hatta sokaktaki çocuğa kadar herkes, haksız ithamlar ve işkenceyle alınmış kararlar sonucu infaz edilen gençlerin, annelerine son defa sarıldıkları o görüntüyle adeta hüzne boğuldu.

ABD, Rusya, Avrupa hatta başta Suudiler olmak üzere Arap dünyası, Mısır’da yaşanan bu cinayetlere ses çıkarmaz, bilakis desteklerken; Türkiye dünyanın ezilmiş çoğunluğunun vicdanı olduğunu bir kez daha gösterdi. Onun için bu Anadolu kıtasına “merhamet yurdu” diyoruz zaten.

Şayet bu toprağın insanı, Cumhurbaşkanı’nın etrafında kenetlenip, darbeci işgal sürülerini bertaraf etmeseydi, bizim ahvalimizin de Mısır’dan farklı olmayacağını açık bir şekilde görüyoruz.

Mısır’dan çıkartacağımız dersler var. Bugün MHP’yi ülkücü ideallerden uzaklaşmakla itham edenlerin kurduğu İyi Parti ile bölücülerin HDP’sini aynı safta buluşturan şeyi doğru anlamak istiyorsak kısa bir tarih yolculuğuna çıkmak gerek.

Mısır’ı 30 yıl boyunca tam bir zulüm rejimiyle yöneten, hiçbir farklı sese hayat hakkı tanımayan Hüsnü Mübarek’in 2011’de devrilmesi sonrasında yapılan seçimleri Muhammet Mursi kazanmıştı. Hem de güçlü bir halk desteğiyle. Mursi yönetiminde ülke kısa sürede İslam dünyasında öne çıkmaya başlamış, İsrail’i büyük bir korku sarmıştı. Mısır, Gazze ile sınır kapıları açmış; Filistin’e can gelmişti. Mursi, Türkiye ile Mısır arasında bugüne kadar hiç görülmediği şekilde güçlü ilişkiler kurmayı başarmıştı.

Artık Arap dünyasının lider ülkesi ile Türk dünyasının lider ülkesi, hedef ve ülkülerini ortaklaştırmıştı. Bu durum Mursi’nin kanlı bir darbe ile devrilmesi için yeterli sebepti ve Batılılar ülkedeki taşeronlarını harekete geçirdiler. Mısır, protestolarla sarsıldı.

Muhammet Mursi’ye muhalefet eden temelde üç kesim vardı: Sol-liberal ve Mübarek yönetimin eski adamlarının oluşturduğu Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC); İslamcı Nur Partisi ve Hristiyan azınlıklar.

Sol ve Batı yanlısı liberaller Mursi’yi “diktatör olmakla” suçluyorlardı. İslamcı Nur Partisi ise “şeriata aykırı davranarak” İslami kimliği zedelemekle. Her dönemde Batılılar tarafından kaşınacak bir yara gibi algılanan Hristiyan azınlıklar ise Mursi’yi bazı kiliselere yönelik saldırıların olmasını gerekçe göstererek “milliyetçi” olmakla ve ayırımcılık yapmakla itham ediyorlardı.

Sisi darbeyi gerçekleştirdiğinde bu “kirli ittifak” hep birlikte aile fotoğrafı çektiriyordu. Ezher Şeyhi konuşmasında Sisi’yi övüyor, Nur Partisi lideri Yunus Mahyun ise Sisi’yi İslam’a ve Şeriat kanunlarına sağlam inançla bağlı birisi olarak görüp desteklediklerini söylüyordu. Karede Mısır Kıpti Kilisesi Patriği Tovadoros‘da yerini almıştı.

Darbeden sonra Cumhurbaşkanlığı yardımcılığına UKC’nin lideri El Baraday getirilirken, solcu Sosyal Demokrat Parti’nin lideri Ziyad Bahaüddin ise Başbakanlık koltuğuna oturtularak ödüllendirildi.

Mursi’nin suçu, İslami kavramları Batılıların çıkarlarına uygun olacak şekilde kullanmaması, gerçek bir vatansever ve ikna edilemez bir Siyonizm düşmanı olmasıydı.

Oysa düşmanlarımız, ağızlarından şeriat lafzını düşürmeyip, halkın inançlarını istismar eden; Müslümanların birliğini bozan, “vatan ve millet” kavramlarından nefret eden İslami görünümlü işbirlikçileri çok sever.

Oysa düşmanlarımız, ağızlarından “anti-emperyalizm” lafını düşürmeyip, Batı’nın silahıyla palazlanan solcuları çok sever.

Oysa düşmanlarımız, ağızlarından “özgürlük ve demokrasi” lafını düşürmeyip, Batılı efendilerinin İslam dünyasında demokrasi adına yaptığı katliamlara “terör kılıfı” bulan; Batı kendi içinde ekonomik ve siyasi birliği savunurken, İslam dünyasında “federalizm ve bölünmeyi” savunan liberalleri çok sever.

Yere girsin kirli bohçanız.