Kavga bazı vakitler bir tercih değil mecburiyettir kâri. Yani istesen de ve istemesen de meydanda yumruğu sallarken bulursun kendini. O an orada olmalısındır. Zira bazı hallerde kavgada yenilmek kavga etmemekten daha evladır.
Bunları yazıyorum diye beni öyle kavgadan dövüşten keyif alan biri sanma sakın. Zira öyle değilim. Hatta öyle düşününce yumruk yemişliğim yumruk atmışlığımdan da fazladır. Bu söylediğim de zaten sadece yumruk yumruğa bir kavga değil. Bazen düşmanın çektiği meydanda kavgaya tutuşmak zorunda kalırsın. Zira artık meydanda karşına çıkıp da bilek gücüyle savaşacak mert bir düşman yok. Ben bir başka halden bahsetmeye gayret ediyorum. Anlatayım biraz.
Düşman dediğin her zaman karşımıza delikanlı gibi çıkmaya cesaret edemiyor artık. Kaçak dövüşüyor. Satılmış herifler eliyle vatana saldırıyor, parayla diz çöktüreceğine inanıyor, kudurmuş itler gibi paçalarımıza yapışıyor. Yani delikanlı yok meydanda.
Benim tercihim mi? Elbette kavga… Mademki düşman nesi var ve nesi yoksa alıp da meydana çıkmıştır, her hileye ve her desiseye başvuracak denli ahlakı yok ve haysiyetten yoksundur ve kan damlayan o yumruklarını sıkmış da meydanı boş bulduğundan salyalarını etrafa savurarak bağırıp çağırıyor ve meydan kendinin sanıyordur o vakit benim tercihim kavgadır. Ama yiğit gibi, delikanlı gibi ve adam gibi bir kavga. Hadsize haddini bildirmek ve meydanın boş olmadığını göstermek için bir kavga. Delikanlı gibi, yiğit gibi bir kavga yani.
Yiğit, delikanlı deyince aklıma pek çok isim gelir benim. Kırk çerisiyle Çin sarayını basan Kürşad’dan başlar, silahıyla hainleri alınlarından mıhlayan Ömer Halisdemir’e kadar onlarca, yüzlerce ve belki binlerce sayarım. Muhsin Başkanı da yazarım o yiğitler listesine, Şeyh Şamil’i de Yavuz Sultan Selim’i de, Şamil Basayev’i de Aliya’yı da Fahreddin Paşa’yı da… Daha çok ve çok sayarım, liste uzar da gider.
Tam şöyle bir delikanlılıktan bahsediyorum aslında. Örnek vereyim.
Kafkas Kartalı diye anılan Şeyh Şamil, Çarlık Rusya’sının düzenli ordularına karşı Kafkasya’nın bağımsızlığı için bir avuç fedakâr ve sadık adamıyla uzun yıllar mücadele vermiş bir kahramandı.
Şeyh Şamil, Çarlık Rusya’sının her imkâna sahip orduları karşısında, sonunda mağlup olmuş ve esir düşmüştü.
Rus çarı, cesaret ve kahramanlığına hayranlığından dolayı Şeyh Şamil’i bir esir gibi değil, bir misafir gibi karşılamıştı. Üstelik sarayında Şeyh Şamil için bir de ziyafet düzenlemişti.
Yemek devam ederken, Çar, kaba bir tarzda Şeyh Şamil’in iştahlılığını iğnelemeye kalkıştı ve “Yahu bu adam beni de yiyecek” dedi.
Şeyh Şamil, bu sözün altında kalmadı. Misafirini iğnelemekten çekinmeyen bu kaba Rus’a tereddütsüz şu sözü söyledi: “Elhamdülillah biz Müslümanız, domuz eti yemeyiz.”
…
Ezcümle kimseden korkmaz Allah’tan korkan…