Türkiye bir yandan Kahramanmaraş merkezli depremin yol açtığı büyük yıkımın enkazını kaldırıp yaraları sarmakla meşgulken diğer yandan tarihinin en önemli seçimlerinden birine hazırlanıyor.
Ertelenmeyeceği artık belli olan seçimlere neredeyse iki ay kalmış olmasına rağmen muhalefet cephesi henüz adayını belirleyebilmiş değil.
Millet İttifakı liderlerinin seçimi kazanmaları halinde bakanlıkların nasıl paylaşılacağına ve ülkenin nasıl yönetileceğine dair açıklamaları, mayıs ayında sandığa gittiğimizde kimi seçeceğimizden daha çok neyi seçeceğimize dikkat etmemiz gerektiğini gösteriyor.
Farklı eğilimlerdeki birçok partinin oluşturacağı bir koalisyona ve bitmek bilmeyen siyasi krizlere mi oy vereceğiz, yoksa güçlü bir hükümete ve istikrara mı?
Altılı Masa’da yaşanan ve henüz nereye evrileceği tam olarak kestirilemeyen aday belirleme süreci, muhalefetin seçimleri kazanması halinde kurulacak fiili koalisyon hükümetinin ülkeyi nasıl yöneteceğinin fragmanı gibi.
Her adımda bir çatışma ve krizle Türkiye’nin nasıl geriye gideceğini, liderlerin bitmek bilmeyen kaprisleri ve partilerin çatışan çıkarları sebebiyle ülkenin yönetilemez hale geleceğini anlatmaya gerek yok.
Önümüzdeki seçimler Türkiye’nin sadece bugününü değil geleceğini de belirleyecek.
İngiliz haber ajansı Reuters’te Hugo Dixon imzasıyla yayımlanan makale seçimlerden iki ay sonra neyin oylanacağına dair önemli ipuçları veriyor.
Cumhur İttifakı’nın adayı Erdoğan kazanırsa Türkiye kendi millî güvenliğini ve çıkarlarını önceleyen bağımsız bir politika izlemeyi sürdürecek.
Muhalefetin adayı kazanırsa yeniden ABD’nin ekseninde dönen bir uydu ülke haline gelecek ve dış politikasını Washington’a göre şekillendirecek.
Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri koşulsuz onaylanacak.
Türkiye, Batı ülkelerinin Rusya’ya uyguladığı ambargoya iştirak edecek ve ABD’nin çıkarlarını önceleyen bu konumlanmanın siyasi ve ekonomik sonuçları olacak.
Rus uçağının düşürülmesinin ardından turizm ve ihracat alanlarındaki kaybımız Batı’nın hatırına ödemek zorunda kalabileceğimiz ağır fatura hakkında bir fikir veriyor olsa gerek.
Ukrayna’daki savaş hâlâ genişleme ve bölgeye yayılma riski taşıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde Türkiye, Ukrayna krizinde izlediği dengeli politikayla savaşın içine sürüklenme tehlikesinden uzak durmayı başardı.
Muhalefetin adayının seçimi kazanması halinde Türkiye’nin ABD ve Avrupa lehine savaşa dâhil olma riski artacak.
Böyle bir çılgınlığın bedelini de doğal olarak ABD’de yaşayanlar değil Türk halkı ödeyecek.
Diğer bir ifadeyle, sandık başına gittiğimizde ya Türkiye’yi sıcak savaştan uzak tutmak ya da milli çıkarlarımıza aykırı olduğu hâlde Washington’dan gelecek talimat doğrultusunda Rusya’ya karşı savaşa girmek arasında tercih yapacağız.
Terörle mücadeledeki kararlılığımızın sona ereceğini söylemeye dahi gerek yok.
İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden dönüleceği kesin.
Saadet Partisi, tabanını uyutmak için “İzin vermeyiz” dese de HDP’yle birlikte altı partinin iradesine karşı koyamayacağını herkes biliyor.
Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesinin Suriyeli mülteciler ve devrimciler için daha iyi olacağını söyleyen Gelecek Partililerin iddiasına ise kargalar bile güler.