Kim demiş “Gece hayatımız yok” diye?

Abone Ol

Okumak iptiladır, müptelalara selam olsun…

Çoğu vakit yazan adam olmak yerine okuyan adam olarak kalsaydım diye düşünürüm ben kâri. Zira okumak; yani yazmaya mecbur olmadan, kendini zorlamadan, sadece okumanın lezzetini alabilmek için ve sadece okumak için okumak bence bir lütuftur. Yazmak ise okumaktan sonra gelir ve hissetmekten ziyade hissettirmek maksatlı bir halin adıdır. O sebeple belki de okumak denen halin haysiyetli ve klas bir duruş olduğuna ve sadece okuyanların yazanlardan daha mesrur kaldığına inanırım ben. Belki de bunun için “okumak cennet yazmak cehennem” demiştir söyleyen. Ve biraz da mübalağa etmiştir lakin hakikat de vardır sözünde.

Bence yazmak bir ibtila ve hatta hastalık kertesine varmış bir alışkanlık… Okumak da öyle ve hem yazmak okumaktan sonra geliyor ya da gelmeli. Öyle olmadığı zaman henüz bir isim bulamadığım başka bir şeyler bulaşıyor kalemden kâğıda. Yazmış olmuyorsunuz, yazıyormuş gibi bile olamıyorsunuz.

Mesela yazmak ve okumak bir iptila olmasa, gecenin bir yarısından güneş doğana kadar bir kütüphanede bir grup insan nasıl toplanır da kitap, kültür, medeniyet konuşur? Ya da bu aşkın bir başka şekilde tecessümü değilse eğer hangi sevgili sevdiği için uykusunu terk eder? Sevdiğini rüyasında göreceğine inanıp da yine onu görme heyecanından, sevincinden gözlerine uyku girmeyen şair geldi hatırıma; Kanuni döneminin büyük şairi Bakî’nin üstadı Zatî’nin bir şiiriydi ve şöyle demişti;

Ayıttı ol peri bir gün düşüne girüren bir şeb

Sevincimden nice yıllar geçiptir görmedim uyku

Tam da böyle bir hal… Neden mi bahsediyorum, söyleyeyim. Geçtiğimiz cuma gününü cumartesi gününe bağlayan gece bendeniz pek çok kıymetli kültür insanı ve kültür gönüllüsü kardeşlerimle beraber Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeydik. Oradaki kardeşlerimin de gözlerinde bu vardı. Uykuları geliyordu ve gelmişti doğal olarak ama aynen Şair Zati’nin hali gibi ikilemde kalmış bir halleri vardı.

Cuma akşamı saat 23.00’ten cumartesi sabahı saat 6.00’ya kadar “Kütüphanede bir gece” geçirdik. Sultanbeyli Belediyesi Kültür Müdürü Mehmet Mazak hocam beni arayıp davet ettiği zaman da ve İstanbul İl Kültür Müdürü Coşkun Yılmaz hocamın böyle bir proje yaptığını işittiğim zaman da açıkçası çok heyecanlanmıştım. Hasılı Coşkun Yılmaz, Mehmet Mazak, Erol Erdoğan, Ali Ayçil, Veyis Ateş, Zeynep Türkoğlu, Said Ercan, Hüseyin Keskin ve pek çok kitap ve kültür sevdalısı dinleyici ile muazzam bir gece geçirdik. Ne kadar hayret etsem ne kadar tebrik etsem ve ne kadar teşekkür etsem az…

Mesele kitap ve kütüphane olunca ve tam da bu “kütüphanede geçirdiğimiz gece”den hemen sonra Adana’da karşılaştığım bir güzelliği de buraya yazmazsam olmaz. Çukurova Kitap Fuarı’na katılmak için Adana’da olacağımı öğrenen, benim de hocam olan ve şu anda Adana Hümeyra Ökten Kız Anadolu Lisesi idarecisi Salih Mürşit Şimşek sağ olsun beni okuluna davet etti. Pazar günü olmasına rağmen öğrencileriyle buluştuk. Ne güzel çocuklar, görmelisiniz. Ama orada gördüğüm bir başka yerden bahsedeceğim; Z Kütüphanesi… Ne olduğunu ben de orada öğrendim; zenginleştirilmiş kütüphane demekmiş ve günün yirmi dört saati açıkmış. İmam Hatip Lisesi içinde ve devlet kanalıyla kurulmuş, halka da açık ve oldukça modern, kapsamlı bir kütüphane… Hayret etmedim desem yalan olur. Bir de hayıflandım, “keşke” dedim kendi kendime “on beş sene evvel de olsaydı.”

Ezcümle; okumak iptiladır, müptelalara selam olsun…