Bir insan için dünyanın en zor şeyi kendini bulmak ve kendini bilmektir sanırım.
Kendini bilenlerin ve kendini bulanların neredeyse yok denecek kadar az kaldığı bir zamanda yaşıyoruz.
Her şeyi bildiğini zannedenlerin, aslında hiçbir şey bilmediklerini de bilmemeleri daha vahim bir durum.
Ve hiçbir şeyi bulamamaları…
Oysa “Kendini bilen Rabbini bilir” diyordu Muhammed Aleyhisselam, bundan bin dört yüz elli yıl önce.
Ama bunu bile algılayamadı gafil insan!
Kim olduğunu, nereden geldiğini ve niçin buralarda olduğunu bilmemek ne büyük cehalet!
Öyle diyordu ya Bülent Akyürek, “Biliyorum kötüler için yazdım; ama hep iyiler okudu kitaplarımı, bu yüzden düzelmiyor hiçbir şey.”
Düzelmiyor gerçekten!
Zavallı insan!
Kendinden başka herkesi dinledi!
Kendinden başka her şeyi düzeltmeye kalktı!
Ama nafile!
Çünkü düzelmesi gereken önce kendisiydi.
Düşüncesiydi, kalbiydi, gönlüydü düzelmesi gereken.
Dahası kendisini düzeltecek tek mercii olan Rabbini de unuttu.
Kendini bilmeden her şeyi bilmeye kalktı.
Kendini düzeltmeden her şeyi düzeltmeye kalkıştı.
Bir araba tamircisinin ameliyathaneye girmesi gibi bir şeydi bu.
Her şeye cesareti vardı; ama kendine yoktu.
Hep başkasını bildi, hep başkasını gördü.
Böylece kan ve gözyaşında boğuldu dünya.
Harislik, cimrilik, acizlik, acelecilik, bencillik, bahanecilik ve nankörlük ondaydı.
Bütün bunları bilen Rabbi, bu yüzden yüz yirmi dört bin uyarıcı ile beraber onu karanlıktan aydınlığa çıkaracak, geniş ve doğru bakmasını sağlayacak kitap ve kitaplar gönderdi.
Ama dönüp bakmadı bile insan.
Kendini bilmediği için hiç düşünmeden, sormadan, sorgulamadan kalbinin tersiyle reddetti hepsini.
Çünkü o çok zalim ve cahildi.
Ve bugün hala bunda diretmeye devam ediyor.
Mal, makam, koltuk, şan, şöhret için, yakıyor, yıkıyor ve öldürüyor.
İçinde küçük gördüğü “ene”ciliğine koca dünyayı ateşe veriyor.
Öyle olmamış olsaydı bugün etrafımızı saran bu ateşler olur muydu hiç?
Ve işte o insan…
“Bana bir şeyler anlat, canım çok sıkılıyor.
Bana bir şeyler anlat, içim içimden geçiyor.
Her yanımda susmuş, insanlar susmuş, içimde ölen biri var” diyordu, kendini bilmeyenler tarafından sürgüne mahkûm edilen Ahmet Kaya.
İşte Ortadoğu:
Mazlumların duyulmayan feryat ve figanı altında inliyor.
Kendini bilmeyenlerin öldürdüğü çocukların çığlıkları göğün duvarına değiyor.
Diğer taraftan adı Müslüman olan; ama kendini hala tam anlamıyla bilmeyenler, tüm bu yaşanılanları sadece, evet evet sadece seyrediyor.
Kabil’in, Bağdat’ın, Halep’in, Kudüs’ün işgal ve yıkımını normalmiş gibi görüyor.
Ama içinde koca “ene”ciliğe boyun eğip evinin bir briketinin kırılmasına dünyayı ayağa kaldırıyor.
Talan edilen bir kadim medeniyete göz yumarken, üç kuruşu için büyük kavgalar ediyor.
Zavallı insan.
Kendini bilemediği için mükellefiyetlerini de bilmiyor.
“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzab Suresi-72)