Kendimizi kaybetmeden önce

Abone Ol

Elimizde bembeyaz bir sayfayla çıktık yola.

Heybemize doldurduğumuz bütün harfleriyle aşk alfabesiydi sadece.

Hayat defterimiz yaşlı gözlerin ıslattığı bir mektuba dönmeden önce…

***

Yol uzun ve inceydi.

Ferhat’ın aştığı dağlardan ve mecnûn geçtiği çöllerden halliceydi.

Gün batmadan ve karanlık her köşe bucağa çökmeden önce…

***

Bir gelecek rüyamız vardı.

İçinden ömrün miracına yükseldiğimiz ve tereddütleri bir kenara bırakarak uğruna bedenimizi ve canımızı feda ettiğimiz…

Bir dava şuuruna erişip kendimizden geçtiğimiz.

Derin uykulara dalmadan önce…

***

Damarda kan deli akardı.

Günün uzunluğu, sonunu düşünmeden atıldığımız maceralarımız kadardı.

Arkadaşlık, dostluk ve kardeşlikten geriye ne kaldı.

Sararıp bir kuru yaprak gibi solmadan önce…

***

Sırtımızda ne geçen ömrün gam yükünü ne geleceğin kaygılarıyla örülü kördüğümünü taşırdık.

Biz sadece yaşardık, yaşamanın yaşamak olduğu zamanlardaydık.

Cadde ve sokaklar bunca vesait ile dolmadan önce…

***

Topumuz karşı komşu Hayriye Teyze’nin bahçesine kaçmış.

Bir gün Bakkal Ali Ağabey peyniri 100 gram eksik tartmış, ertesi gün peynirin gramajı iki katına çıkmış.

Biri hoş sohbetten paranın üstünü almayı unutmuş, diğeri sepetine ekmek taşıdığı müşterisinden parasını almayı.

Bir mahallemiz vardı aile sıcaklığında “insanlık” ölmeden önce.

***

Yaşam ile ölüm arasında ince bir çizgide olduğumuzu bilirdik.

Dünü kabahatli bulup yarına savaş açmazdık öyle.

Sevinç, hüzün, öfke ve merhamet… Her ne varsa elimizde avucumuzda, şimdiye saklardık.

Yani ânı yaşardık.

Çoğa şükür ve aza kanaat yanımızdan yurdumuzdan göçmeden önce…

***

Şarkılarımız vardı yürek dolusu…

Kimi bir gramofonun ince dokunuşuyla cızırtılı da olsa ruha hoş gelen kimi bir kasetçaların hoparlöründen yanık nağmelerle yükselerek sahici bir aşkın yürek kıpırtılarıyla kulakların pasını silen…

Dinledikçe aşk, ümit ve inanç aşılayan…

Yaradan’ın yazdığı kadere –haşa- isyan eden ve O’nun (cc) kuluna kulluk izharıyla övünen sözlerle dolu, bangır bangır kulakları delen müzik albümleri çıkmadan önce…

***

Eğlence, tatil, kampanya vs. nedir bilmezdik.

Dost meclisinde ince belli bardakta koca bir hayatın ta kendisiyle demlenmiş çayımız olsun yeterdi.

Bir konser biletiyle neşesini takvime bağlamak da neymiş, evimizin bahçesindeki gülün tomurcuklandığını ansızın fark etmek dünyaya bedeldi.

Bugünün parasıyla yarının eğlencesini satın almaya başlamadan önce…

***

Dede-torun muhabbetlerimiz olurdu.

Geçmiş günün bilgi, tecrübe ve yaşanmışlıklarıyla dolu aksakallı dedelerimiz, amcalarımız anlatır, gençler dinlerdi.

Onlar dinlerken demlenirdi yarınlar, iyileşirdi yaralar…

Gençler sözde her doğruyu “Google amca”dan öğrenebileceklerini zanneder olmadan önce…

***

Yekvücut olmuştu yaşadığımız şehir ve bütün bir gönül coğrafyası.

Önce millet sonra ümmet olmuştuk topyekûn ve bedeldik dünyalara.

Aramıza giren telefon telleri, çatılara kurulan antenler, yalan bir dünyanın efsunlu ekranları ile karışan frekanslar arasında bir birimizi ve “kendimizi kaybetmeden önce.”