Ardı sıra, tatlı bir sessizlik bıraktı. Bilgelik sessizliği. Adını ‘kemâl’e yazanların duası, ‘nur bilge’ ile tanıştığı gün somutlaştı. Satırları alıntılayarak var olanların yanında, satır aralarından alınarak, gam nehrimize yataklar açtı.
Beyaz bulutlar gibi saçları olan, nazik bir beyefendi. Küçük bir çocuğu da bir dekanı da aynı büyük ilgiyle dinlerdi. Hem de aynı ortamda. Hayatın bütün esrarının o iki dudak arasından çıkacakmış gibi büyük bir ilgi bu. Çalışmaktan usanmayan, öğrenmekten yorulmayan nadide bir insan.
Usaresini, öz suyunu taşıdı bize Risale-i Nur’un. “Oku!”manın sancısını çektiği öylesine belliydi ki, Lem’alar’ı şule şule yansıttı, Sözler’in göğsüne koydu kalbini. “Küçük şey yoktur” derken, “İ’lemeyyuhe’l aziz!”leri gönlünün aynasına vuruyordu. Vahiy okyanusunun derinliğindeki sükûnetini, kıyıda kalanlar hemen anlayamadı.
Adı ‘abi’ler arasında geçmedi; iddiasızdı. Risale-i Nur’un ana derdi talim-i esmayı gördü. Taştan suya, kelebekten sineğe, yerden göğe şiir heyecanıyla yordu, yoğurdu bu tecelligâhı. Verasetini ince bir sızı gibi taşıdı. Hakikate tâbi olmanın sükûneti, tebessümlerini gamzede tuttu. Vazgeçtiğinde dünyadan, hakikati avuçlarımızın içine bırakmıştı bile. Çocukça bir muziplikti en son yüzünde gördüğüm. Musalla taşına uzanırken, sessizliğin sesiyle sesleniyor:
“Rüzgârdan kanatları olan günler ah ne çabuk geçiyor. Bir ışık oyunu, bir rüya gibidir hayat; gölgedir büyüyen. Ayrılacağız her birimiz Yaşanılan her şey uzaklarda kalacak. Yakında her şeyi unutacaksın; her şey de seni unutacak. Sanki hiç yaşamamış olacaksın.”
“Kırılan hayallerin ardından insan bir gün anlar ki, mutluluk, ruhun bitmeyen sevincidir. Niçin aldanmalı, niçin? Seçmek ve seçilmektir, özet olarak hayat. Hayatı süresince her şeyi seçen insan, kendisi de elbette sonunda seçilecek. İnsan, seçişiyle seçilir. Hayatın her anı bir karar zamanıdır. Acele et!”