2020 yılı Allah’ın bizlere sunduğu önemli bir sınav yılıdır kanımca, hem dünya hem ülkemiz çetin süreçten geçiyor. Orman yangınları, şehit haberleri, pandemi ve şimdi de deprem. İzmir depremiyle birlikte hepimizin canı yandı. Şuan göçük altında yardım bekleyenler var. Bazı hayatlar yeşeriyor bazıları da soluyor. Yaralılara şifa, vefat edenlerin ailelerine sabır dilerim.
Deprem ya da diğer acı olaylar artık ülkemizin alın yazısı gibi oldu. Bizler toplum olarak acılara vermiş olduğumuz reflekslerle de duyarlılıklarımızı yansıtıyoruz. Bir ölüm olduğunda vefat eden kişinin yakın çevresi bir müddet eğlenceli müzikler dinlememeye gayret eder. Daha sessiz konuşur, tevekkül eder. Fakat hayat bir başka tarafından devam etmektedir. Sanat toplumun tüm katmanlarına işlemiş durumdadır. Ülkemizde vefatlardan sonra Türkçe, Kürtçe, Arapça, Zazaca, Lazca ağıtlar yakılmaktadır. Okunan Kur’an’ların ve zaman zaman Mevlid’lerin ardına yakılan ağıtlar birbirine karışır. Farkında olmadan tüm çocuklar buna şahit olur ve ölümde bile müzik ruhumuzda ve kılcal damarlarımızda dolaşmaktadır. İnsanoğlu aslında yıllardır hep bu şekilde tedavi olur.
Bizler sanatın bizimle nasıl iç içe bir iletişim kurduğunu anlayamıyoruz. Şehit haberleri geldiğinde, afetlerde canlarımızı yitirdiğimizde belediyelerin ve özel kurumlar bir alışkanlık halinde kültür sanat etkinliklerini iptal edip onlara ne kadar üzüldüğümüzü anlatmaya çalışıyor. Bu konunun ülke genelinde gerekirse çalıştaylar ve akil heyetlerle birlikte tekrar değerlendirilmesini talep ediyorum.
Acı çeken insanlarımızın yaralarına merhem mi olmak lazım yoksa depresif bir matemle yaralarının derinleşmesine vesile mi olmalı? Kültür sanat organizasyonları sadece bir eğlence öğesi olarak var olduklarında masamızda sadece meze figürü olmazlar mı? Emin olun sanat yaşadıkça yaralarımız daha çabuk iyileşecek.
Winston Churchill ile ilgili anlattıkları bir anı vardır. İkinci Dünya Savaşı tırmanırken, İngiliz bürokratlar, bütçede kesinti yapma peşindedir, ama bu kesintiyi nereden yapabileceklerine bir türlü karar veremezler. Sonunda, ‘bulduk’ diye Churchill’in yanına giderler; ‘kültür-sanat bütçesini kısacağız…’ Yeni Başvekil Churchill, hiç duraksamadan yapıştırır cevabı: ‘şayet kültür-sanat bütçesini kısacaksak, o zaman niçin savaşıyoruz beyler?’
Savaşın ortasında kültür sanat bütçesini kısmadan devam etmek ve programları sürdürmek çok farklı bir zihin yapısı. Kazancı Bedih’in bir uzun havasını söyleyen bir Türk Halk Müziği sanatçısı, İstiklal Marşı’nın yazılışını anlatan bir tiyatro oyunu, toplumsal gerçekçi bir sinema filmi, bizi istediğimiz formda anlatan bir minyatür sergisi acılarımızı zedelemekte midir? Çok iyi düşünüp taşınıp iyi karar vermeli. Depremzede bir çocuğun çocuk oyunu izleyerek iyileşmesi ve sosyalleşmesi de kültür sanata dahil değil midir?
Pandemi sürecinde toplumun moralini yerinde tutan en önemli unsur; ev konserleri, romanlar, öyküler, dijital platformlardaki dizi ve filmler değil miydi?
Tüm bunları tartışmalı mı yoksa kültür sanatı bir eğlence ve meze unsuru olarak görmeye devam mı edeceğiz?