Kar yağdığı zaman, özüne döner insan. Çıkış zannettiği yollar kapanır. Devasa anlamlar yüklediği eşya beyaz bir örtüyle kaplanır. Dünyanın siması silinir. Beyazın temizliği eşyada belirir. Karla kaplı caddeler, yağmur tanesi misali usulca ve incitmeden örtmenin, hayatı güzelleştirdiğini gösterir. Karla kaplanınca arabalar ve binalar, farklar ortadan kalkar; “binek” ve “yuva” olurlar. Kar kapatınca kaçış yollarını dünyanın çıkmaz sokaklarının, insan kendinde kalır, kendiyle kalır. İhmal edilen yanları, yarım kalan arzuları için vakit bulur.
Kurşun ve çelik adamlar gider, kardan adamlar sarar dört bir yanı. Kardan adamlar; bakınca tebessüm ettiren, çocuk saflığımıza geri döndüren… Eksik kalan kusurlu yanlarını, avuçladığımız bir kar yumağıyla tamamladığımız ve mutlu olduğumuz kardan adamlar. Her şeyi ile hayata karşı tezat duran, hiçbir uzvu hakikate uymayan bu soğuk nesneyi neden sever insan? Bedeni şekilsiz, gözleri düzensiz, elleri kemiksiz… Havuç burnundan başka bir şeyi olmayan ve yüzünün olanca soğukluğuna rağmen, kardan adamlarda nedir içimizi ısıtan?
Belki kardan adamlarla birlikte fıtrata dönüyordur insan. Kardan adamın basitliği, dünyanın hafızalarımıza kazıyıp dayattığı ayrıntıları ortadan kaldırıyordur. Zamanın hakikatini haykırıyordur yüzümüze. Hakikati bu kadar sade ve samimi bir şekilde dile getirmesi bizleri cezbediyordur. Belki de hakikati dille değil de ele, yüze, bedene giydirip söylemesidir onu farklı kılan. Olduğu gibi görünmesindedir belki işin hikmeti. Noksanlıklarını kapatmak adına bir çaba harcamamasındadır.
Zamanın değişmesiyle birlikte, bir “ibn’ül-vakt” bilgeliği ile erimesinde saklı olabilir mi kardan adamın efsunu? Erirken inceden inceye, sağanak yağmurların aksine, toprağa iyice sinmesinde midir bereketin habercisi payesi? Cümle hayvanat ve nebatat için kendini feda etmesine mi hayran kalıyoruz acaba? Cenap Şehabettin’e kardan adamın bu yanları mı yazdırdı “elhan-ı şitâ”?
İnsanların dünya menfaatleri için kurşun sertliğinde askerlere dönüştüğü, bâtılın peşinde koşan simalarda çelik soğukluğunun hüküm sürdüğü bir mevsimde, kardan adamı anlamaya çalışmak basit gelebilir birçok kimseye. Ancak kurtaracaksa eğer; hayata ve hakikate karşı bu basit, bu yalın, bu sade duruş kurtaracak bizleri. Bizden önce kurtuluşa erenler de böyle yaptılar. Kendi benliklerini -ateşin karşısında tükenen bir kardan adam misali- zamanın ellerine bıraktılar. Zaman onların bedenlerini eritti. Ancak onlar, peşlerinden gelenlere, en ileriye dönük çok değerli hazineler hediye ettiler. Tarih boyunca mümin yüreklerin ellerinden, bundan sebep sudur etmedi temâsiller ve heykeller. Eserlerinde bile kendilerinden “musannıf” ya da “fakir” diye bahsettiler. Yüzyıllar boyu yolda kalmış kervanları suvaran çeşmelere isimlerini bilmece çözdürür gibi gizlediler.
Herkesin “kalıcı olmak” için hayatlarını ve başka hayatları harcadığı bir dünyanın soğuğuyla yanıyoruz nice zamandır. “Adını tarihe yazdırmak”, “kayıtlara geçecek başarılar” elde etmek, kardan adamların anlaşıldığı memleketlerde süflî şeylerdir. Kardan adamlar yapan çocuklar “kayda değer” işlere muvaffak olmak için büyürler. Kardan adamın, çocuk yanaklarında bıraktığı sevinci ve tebessümü unutmamak ve herkese ulaştırmak için yaşarlar. “Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak”* maksadıyla hayat yolunda adım atarlar. Karlı bir gece vakti bir dost tarafından uyandırılmanın hayalini kurarlar.
*İsmet Özel’in bizlere “Kardeşlerim!” diye hitap ettiği harika şiiri.