FETÖ ve PKK’yla ilişkileri nedeniyle yargılanan papazı bahane ederek Türkiye’nin iki bakanına yaptırım kararı alan Washington, baskı ve şantajla Ankara’ya boyun eğdirebilirse amacına ulaşmış olacak.
Bu nedenle tüm Türkiye tek ses halinde hükümete seslenerek “Dik dur, eğilme” diyor.
Çünkü şantaja bir kez boyun eğilirse aynı tehdit ve baskılar farklı konularda yeniden karşımıza çıkar.
Türkiye’nin aleyhinde sürekli kullanılır.
Washington ve Ankara arasında uzun süredir çeşitli konularda krizler yaşanıyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e yaptırım kararı birkaç yıllık birikimin ürünü.
Aslında ABD’nin karın ağrısının sebebi belli.
Washington, Türkiye’nin bağımsız politikalarından rahatsız ve Ankara’nın eskiden olduğu gibi tamamen kendi yörüngesinde hareket etmesini istiyor.
Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Rusya’ya karşı yine cephe ülkesi olursak, İran ve Suriye gibi bölgesel konularda pozisyonumuzu Beyaz Saray’a göre belirlersek sorun kalmayacak.
Bir de Filistin meselesi var tabii ki.
Erdoğan, “Yüzyılın Anlaşması” adı altında Filistin davasını tasfiye etme ve Kudüs’ü Yahudileştirme projesine çomak sokuyor.
FETÖ ve PKK’yı kullanarak Türkiye’ye boyun eğdirme girişimleri başarısız oldu.
Son çare olarak gördükleri 24 Haziran’da da halk tercihini istikrardan yana kullandı.
Seçim tarihinin öne alınması ve Türk halkının demokratik bilinci oyunu bozdu.
Fakat pes etmiş değiller.
Türkiye’yi bölgede öne çıkaran ve baskılara karşı direnmesini sağlayan iki önemli faktör var:
Halk iradesine dayalı demokratik yönetimi ve güçlü ekonomisi.
15 Temmuz’da hain darbe girişiminin başarısız olmasını halkın seçtiği iktidara sahip çıkmasına borçluyuz.
Ayrıca Türkiye, demokrasisi ve ekonomisiyle bölge halklarına ilham veriyor.
Bu nedenle ekonomiyi hedef alarak iki şeyi başarmayı planlıyorlar:
Birincisi, ekonomik krizle halkı canından bezdirip Erdoğan’a sırt dönmesini sağlamak.
Darbeyle deviremedikleri iktidarı “her şeyden çok kendi cebini düşünen” insanların eliyle devirebileceklerini sanıyorlar.
İkincisi, AK Parti iktidarının bugüne kadarki ekonomik başarılarına gölge düşürmek.
Arap sokağında Erdoğan’ın Müslüman kimliğini ve düşüncelerini beğenmeyenler bile Türkiye’ye çağ atlattığını ve ekonomideki başarılarını itiraf etmek zorunda kalır.
Türk demokrasisinin örnek olmasını ve Arap gençliğine ilham vermesini önlemek için “Muhaliflere baskı uygulanıyor”, “Basın özgürlüğü tehdit altında”, “Gazeteciler gözaltına alınıyor”, “Binlerce kişi işten atıldı” ve benzeri söylemlerle kara propaganda yapılıyordu.
Şimdi buna bir de “Erdoğan’ın ekonomik başarılarından söz ediyordunuz fakat gördüğünüz gibi hepsi yalanmış” şeklinde yorumlar eklenirse şaşırtıcı olmaz.
Ekonominin hedef alınmasının bir diğer sebebi de petrolü ve doğalgazı olmayan Türkiye’nin baskılara Rusya ve İran kadar tahammül edemeyeceği inancı.
Öyle anlaşılıyor ki, yerel seçimlere kadar Dolar’ın Türk Lirası karşısında değer kazanmaya devam etmesi halinde AK Parti’nin ciddi oranda oy kaybedeceğini düşünüyorlar.
Sandıktan bekledikleri sonucu alabilirlerse hemen ardından halkın hükümete güvenini kaybettiğini söyleyecekler.
Bu arada sokaklar da hareketlenir ve muhalefet erken seçim demeye başlar.
Ekonomik istikrarsızlık siyasi istikrarsızlığı da beraberinde getirir.
Yapmak istedikleri şey aşağı yukarı bu.
Türkiye, yeni ve farklı bir saldırıyla karşı karşıya.
Bu saldırıyı paniğe kapılmadan, serinkanlı fakat aynı zamanda kararlı bir duruş ortaya koyarak püskürtebiliriz.