Dışarıda hastalık hızla yayılıyordu.
‘Korkunç karabasan’ herkese acı çektirip, sonunda yok olacağı zamana kadar hızlıca herkese bulaşıyordu.
Felaketler hepimize aynı anda çökse de bazı insanlar ötekilerden daha kötü şartlarda karşılıyordu şoku.
İşte karantina, belki de umudun bittiği bir dünyada yaşamaktı.
Hayatı boyunca sığındığı, buna uygun yaşadığı inançları gereği, ‘dini vazifesi’ için gittiği mübarek topraklardan dönerken…
Geçirdiği derin mutsuzluğu dağıtmak ve birkaç gün istirahat etmek için çıktığı yurt dışından geri geldiğinde…
‘Geleceğini planlamak’ üzere bulunduğu uzaklardan yurduna ulaştığında…
“Geçimini sağlamaya” gittiği yabancı memleketlerden ülkelerine vardığında…
İnsanlar, onursuz bir iş yapmış gibi karşılandılar. Bir suçlu, bir günahkâr gibi, ayıplanmaları gerekiyormuş gibi her yaştan insanın boynuna bir “mikroplu” yaftası asıldı.
Hemen hepsinin dönerken hayalinde “evleri” vardı elbette. Bekledikleri gibi olmadı! Her şeye hâkim olan zaman, bütün numaraları bilen yetenekli bir kumarbaz gibi, tüm kartları elinde tutuyor, hayatımızın karşılığında biz bir şeyler kazanıyoruz; ancak sonunda zafer hep “kasanın” oluyordu.
Memleketin çeşitli şehirlerindeki karantina yurtlarına alınan insanlar da oyunu kaybederek hayattan tecrit edildiler. Evlerindeki konfor yoktu elbette, topluca yaşarken…
Kısıtlanmış dünyasında da insanlar alışkanlıklarını, hayat tarzlarını sürdürmek istiyor… Kimi çalımlı, kimi de hayal satıyor, kimi ise “Geçecek, göreceksiniz, geçecek” diye teselli ediyordu birbirlerini…
Daha duygusal olan bazıları ise pencere gerisinden sokaktaki ‘durmuş hayatı’ izliyor, “Gereğinden fazla sözcük var” diye düşünerek, sessizce…
Bazen öyle anlar oluyor ki; sadece ağlamak istersin; anlatmak, anlaşılmak için gözyaşları dökmek. Öyle bir sessizlik içinde, kelimelerden tasarruf ederek, uzakları izliyor birileri, ölümü bekler gibi…
Yıllara doymuş olanlar ile hırs ve tutkuyla ‘hayat iştahı’ taşıyanların yaşadığı ortak duygu, “sonsuz bir yorgunluk” hissiydi. Çünkü insanların düşüncelerini değiştirmesi için sağlam bir umudunun olması gerekiyordu koronavirüs karantinalarında… Düşünmekten yorulmuştular, yaşadıklarının muhakemesini ‘acımasız hesaplaşma’ ile yapmaktan yorulmuştular.
Kendilerine ‘virüs taşıyormuş’ gibi davranılmasından ve diğer insanlardan ayrı tutulmaya çalışılmalarına, böylece feda edilmelerine isyan ile “Ya bende yoksa? Yanımdaki veya üstümdeki yatakta yatanlarda virüs varsa; beni kim, nasıl koruyacak ölümden” diye öfkeleniyordu kimileri.
Dünya anlamını yitiriyor, yataklar, ranzalar arasında ölüm kol geziyor, gözyaşları anlamsızlaşıyordu. Sonunda kendince teşhis ile uykuya dalıyordu, birbirinin aynı karantina günlerinde insanlar…