İnsanoğlu ticarete karşı eskiden beri karmaşık ve nihayetinde olumsuz hisler besleye gelmiştir. Zira ticaret bir taraftan refah demekken, diğer taraftan da borç-alacak ilişkisi içine girmek demektir. Ve bu da çok yakın zamanlara kadar kanla, kölelikle ve hapisle çok yakından irtibatlı olmuştur. (Şimdi ne kadar farklı?)
Mezopotamya’daki ilk medeniyetlerden bu yana,manastırlar-tüccarlar-ağalar eliyle toplumun borç ve faiz bataklığına sürüklenmesiyle ve borçlunun kendisinin ve dahi karısının ve çocuklarının birer borç-kölesi haline gelmesiyle yaşanan toplumsal çöküşler, medeniyetlerin ortadan kalkmasında geçmişten bu yana aslan payına sahip oldu. Tahmin dahi edilemeyecek sayıda toplum bu şekilde yok oldu. Ve tahmin edilemeyecek miktarda acılar çekildi.
İslam’la birlikte ticaretin bizatihi kötü olmadığı, fakat ticaretin yanlış şekilde yapıldığı zaman çok kötü sonuçlara yol açacağı anlayışı Müslüman toplumlarda yayıldı. Böylece bir taraftan helal bir şekilde kazanılan para kutsanırken, diğer taraftan da haksız bir şekilde elde edilen gelirlanetlendi.
Ticaret böylece iki ucu keskin bir bıçak olmasına rağmen, zaman zaman piyasanın yüceltildiğine ve dahi meleklik seviyesine yükseltildiğine şahit olabiliyoruz.
Atilla Yayla da önceki gün Yeni Şafak’ta “Kâr şeytan mıdır?” başlığıyla kârı yücelttiği bir yazı kaleme aldı. Öncelikle, Yayla “piyasa iktisadı bilgisinden nasipsiz” ve “piyasaya kökten karşı kimseler” diyerek sanki tek bir piyasa türü varmış ve sanki “aşkın bir piyasa ilmine” sahipmişiz gibi konuşuyor.
Hayır, dünyada çok farklı zamanlarda çok farklı ekonomiler ve dolayısıyla piyasa türleri yaşandı. Ve hayır, böyle bir ilme sahip değiliz. Ve piyasa kelimesinin de sırtına her dönemde farklı anlamlar ve hisler yüklendi, dönemin yapısına uygun olarak. Bu açıdan, Eflatun’cu bir “piyasa ideası” mevcut olmamıştır hiçbir zaman.
Yine Yayla piyasa-devlet karşıtlığı üzerinden piyasayı ve piyasanın kar motivasyonunu göklere çıkarıyor. El-hak, kar motivasyonu toplum için epey faydalı olabilir, olmuştur da. Fakat Yayla’nın hiç bahsini etmediği nokta şu: Kar motivasyonu toplum için çok zararlı da olabilir, olmuştur da. Bkz. Tarih. Fakat savaşların tarihi değil, insanların tarihi.
Yazının sonunda ise Yayla şöyle diyor: “Sözün özü şu: Rekabetçi piyasa içinde kâr eden firmalar, insanlara etkin şekilde hizmet ederek (…) zenginleşir. Onların zenginleşmesi bir sömürüyü veya istismarı değil, topluma hizmeti yansıtır.”
Yayla bize iktisat ders kitabı evreninden sesleniyor. Evet, tam rekabet piyasasının hüküm sürdüğü, her sektörde sayısız şirketin bulunduğu, kişilerin çıkarlarının peşinde koşmasının herkesin yararına olduğu ve kimsenin zararına olmadığı bir ders kitabı evreninde Yayla’nın bu sözleri çok anlamlı.
Fakat bizler ne yazık ki bu evrende yaşamıyoruz. Yaşadığımız evrende, sektörlerin neredeyse tamamında ya tek bir şirket var ya da en fazla birkaç şirket. Ve böyle eksik rekabet piyasalarında ortaya çıkan şey -tam da- aşırı kâr elde etmedir. Hani şu şeytanî kârdan. Yine, bir sektörde çok sayıda şirket olsa dahi, bunlarda da kartel oluşturma oldukça yaygındır. Bu konuda bankacılık sektörü çok müthiş bir örnek teşkil ediyor. Yine, çıkar çatışması diye bir şey de var ne yazık ki. Ve bütün bunlarda günümüzde sistemik bir sömürünün ve istismarın var olduğunu gösteriyor. Evet sistemik. Sık düşülen hataya yine Yayla da düşmüş gibi görünüyor: Yaşadığımız sistemin adı da serbest piyasa ekonomisi değil kesinlikle. Finansal kapitalizm çok daha iyi açıklıyor gönümüzdeki mevcut sistemi. Vesselam…