Bu hafta vizyona giren filmler arasında beklentimin en yüksek olduğu film “Denizin Ortasında”. Beklentilerimin yanında film için yaşadığım bir tedirginlikte vardı şüphesiz: Ron Howard.
“Denizin Ortasında”; “Akıl Oyunları”, “Cindirella Man”, “Melekler ve Şeytanlar”, “Zafere Hücum” gibi büyük yapımların yönetmeni Ron Howard’ın yönetmenliğinde izleyici karşısına çıkıyor. Başarılı bir filmografi elbette izleyicinin dikkatini çeken, beklentiyi yükselten bir şey.
Açıkçası ben de aynı beklentilerle izledim filmi. Ama şunu da aklımdan çıkarmadım doğrusu; Ron Howard filmleri Amerikan rüyasıyla beslenen, hep ‘iyi film’ formülüne göre hareket eden filmlerdendir. Dolayısıyla karşıma bir şaheser çıkmasını beklemiyordum. Sadece seyir zevki yüksek bir macera bekliyordum. Bulamadım.
Filmin hikâyesine gelince… İç içe geçmiş iki hikâye anlatılıyor filmde. 1820 yılında balina avlamak amacıyla denize açılan Essex isimli geminin başından geçen deniz felaketini konu alan “Denizin Ortasında”, Nathanial Phillbrick’in araştırma kitabından sinemaya uyarlanıyor. Essex’in başından geçen olayların Herman Melville imzalı Moby Dick’e ilham verdiğinin bilgisi ise filmde Phillbrick’in araştırmasının Moby Dick’in kurgusuyla iç içe geçmesine neden oluyor. Essex’te tayfa olarak çalışan Thomas Nickerson Essex’te yaşananları anlatmak istemese de eşinin ısrarlarına ve paranın gücüne dayanamayarak anlatıyor. Hikâye geminin kaptanı George Pollard ile usta balina avcısı Owen Chase’in sınıf ve ego çatışmasını filmin merkezine taşımaya çalışıyor. Ama beceremiyor.
Film dönemin Amerikan ve endüstri toplumunun gözü karalığı konusunda önemli mesajlar vermek istiyor da bir türlü iş oraya gelmiyor. Aslında film iki saat gibi oldukça tatmin edici bir süreye sahip. Fakat gereksiz şekilde iki hikâye arasında git-geller yapılarak süre resmen ziyan ediliyor. Çünkü filmin başında hikâyenin balina yağından endüstri toplumuna, kaptan George Pollard ve Owen Chase’in hikâyesinden de toplumsal yapının sınıflandırılmasına doğru evirilmesini bekliyoruz ama aralarındaki çatışma ve sonrasında oluşan dostluğun nasıl bir duyguyla oluştuğunu bile göremiyoruz. Hakeza hikayenin aksiyonu yükseldikçe görsellik filmin hâkim konumunu devraldıkça oyunculuklardan, dramatik yapıdan filan eser kalmıyor. Ve tabii ki beklenen muhteşem sondan bir eserde yok. Soğuk, soluk bir bitişle veda ediyor film.
Hikaye olarak oldukça sıradan ve sönük kalan filmi ayakta tutun şey ise aksiyonun dozajı ve görsel efekt başarısı. Evet muhteşem bir görsel efekt kullanımı var. Keşke bir de dramatik hikâyeyle buluşmayı başarabilselermiş…
Filmin en sonunda kapitalizme yapılan göndermeyi de satırlarıma eklemeliyim. Hayatlarını balina yağı uğruna satanlar, verenler; balina yağı sayesinde insanları kendi köle düzenlerine köle eyleyenlerin hiç bitmeyeceğini bildiren bir cümle: “ Topraktan yağ çıkıyormuş. Düşünsenize topraktan yağ çıkıyor. Ne kadar muhteşem bir şey!”