Kanuni Sultan Süleyman

Abone Ol

Sultan Süleyman’ın “Kanuni” unvanını nasıl aldığını bilenimiz var mı?

Şöyle anlatayım;

Kanuni Sultan Süleyman, tebdili kıyafetlerle köyleri, şehir meydanlarını gezerken, pınarlardan akan suların boşa gittiğini ve müsrif kullanıldığını fark eder ve derhal bir ferman yayınlar;

“Bundan kelli, tüm boşa akan pınarların ağzına bir hayrat, hayratlar üzerine birer de çeşme yapıla! Sular israf edilmeye, her çeşme başına da birer asker dikile!”

İşte bu ileri görüşlü hareket, o’na “Kanuni” rütbesini kazandırmıştır.

Sadece bu mu?

Bakınız, birkaç anekdot daha aktarayım anlasın o şahsiyetsiz, o nankör, o asi herifler.

Hakaret ettikleri  “gerçek” Kanuni Sultan Süleyman kimmiş, görsünler!

Günlerden bir gün…

Sarayın bahçesindeki ağaçları karınca ordusu sarmıştır.

Bahçıvan da durumdan muzdariptir ve Sultan Süleyman’a şikâyette bulunur.

Bunun üzerine Sultan Süleyman da, Şeyhülislam Ebu Suud Efendi’ye şiir tadında şöyle bir mektup yazar;

“Ağaçları sarmışsa karınca,

İcazet var mıdır karıncayı kırmaya?”

Mektubu okuyan Ebu Suud Efendi de, aynı incelikte bir cevap mektubu yazar;

“Yarın, Hakk’ın divanına varınca,

Hakkını ister Süleyman’dan karınca”.

Fark edildiği gibi, manevi atamız Kanuni Sultan Süleyman, şairane ve kibar ruhlu bir padişahtı.

Kırıp dökmeden, diktatörlük taslamadan bilgi edinmeye çalışırdı.

Öyleydi ki…

“Muhibbi” yani “dostane” mahlasını kullanarak şiirler yazardı.

En ünlü beyti ise;

“Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi,

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”.

Günümüz Türkçesiyle detaylandırmak gerekirse;

“Devlet, en kıymetli varlığımızdır fakat daha da önemlisi, dünyada alabildiğin bir nefes sağlıktır”.

Şairane olduğu kadar, dünya üzerinde sözü geçen, otoriter ve ağır bir devlet adamıydı.

Mesela…

Şubat 1525’te;

Fransa kralı Fransuva, Almanya’da esir düşmüştür.

Fransuva’nın annesi, Sultan Süleyman’a şu mektubu yazmıştır;

“Ey! Bu cihanın yüce imparatoru… Oğlum François Fransuva, Alman kralı Şarlken tarafından esir alınmıştır. Ey! Tanrının kırbacı Türk… Oğlumu kurtar, sen ki doğunun, batının, tüm dünyanın yeryüzündeki güneşisin”.

Kanuni ise şöyle bir yanıt mektubu yazmıştır;

“Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla,

Cenab-ı Hakk’ın inayeti;

Peygamberlik güneşinin, peygamberler âleminin yıldızının, azizler alayının dinsel başkanının, Hz. Muhammed’in (sav) hayır duaları ile dolu mucizeleri;

Ve dört Halife Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Ömer’in, Hz. Osman’ın ve Hz. Ali’nin kutsal ruhlarının koruması altında daima muzaffer Sultan Selim Hanoğlu Şah Sultan Süleyman Han’ım.

Sen ki, Fransa krallığının kralı François’sın!

Kralların sığınağı olan Osmanlı İmparatorluğu’na yolladığınız mektuptan ve güveninize layık olan Frangipani’nin bana sözlü olarak anlatmasını istediğiniz haberlerden öğrendiğime göre düşman ülkenizi yağma ve tahrip ederken, sizi de hapsetmiş. Kurtulmanız için benim bu taraftan size yardım etmemi istiyorsunuz. Söylediğiniz her şey, herkese açık olan tahtımın önünde ortaya kondu. Açıklama için eklenen bütün ayrıntılar anlaşıldı ve benim yüce bilgim hepsini kavradı. Yaşadığımız zamanda İmparatorların yenilmesine ve hapsedilmesine şaşmamak gerekir. Yüreğiniz teselli bulsun!”

Fakat aradan bir yıl bile geçmeden Fransa’da bale, bir hayli ün kazanır.

Bu da, Sultan Süleyman’ın kulağına kadar ulaşır.

Ve…

Ocak 1526’da;

“Ey! Fransuva. Duymuşum ki topraklarında, kadın ve erkek uzuvlarının birbirine temas ettiği, sapkın, ucube bir temaşa sergilenirmiş. Derhal o sapkınlığı def et, yoksa gelir, bu Cuma namazımı Paris’te eda ederim.”

Eylül 1566’daysa;

Kanuni Sultan Süleyman, son günlerini yaşamaktadır.

Vasiyeti sorulduğunda, kişiliğine yaraşır şekilde cevap verir;

“Ben öldüğümde, tabutun sağ tarafına bir oyuk açın ve elimi oradan boşa çıkarın.

Görenler desinler ki, koskoca cihan padişahı Süleyman bile bu dünyadan eli boş gitmiştir.”

Ve bugün…

Bir takım akademik kimlikli kişiler, hiç haddi değilken Kanuni Sultan Süleyman’a hakaretamiz cümleler sarf edebiliyor.

Bu cesareti nereden, kimlerden aldıkları meçhul…

Ama daha da vahimi, tarihini bilmeyen halkın, böyle heriflere prim vermesi…

Osmanlı hakkında müspet duygular beslemedikleri aşikâr, tamam da…

İçlerindeki Bizans sevgisini de bir türlü söküp atamıyorlar.

Atamıyorlar çünkü Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethederken bunların dedeleri, o surların arka tarafında yeniçerilere karşı savaşıyorlardı.

Bu ülkenin manevi değerlerinin dâhilinde bulunamıyorlar çünkü içlerindeki enaniyet tini buna izin vermiyor.

Ortak kültürünü tanımıyorlar toplumun çünkü mensubu değiller.

Bu zihniyetin gemisini yürüttükleri sürece de, asla olamayacaklar.

Yani hiçbir surette, bilinçaltlarındaki Türk ve İslam korkusu, buna müsaade etmeyecek.

Son olarak diyeceğim o ki;

Osmanlıyı, o sanatkâr, o narin, mütevazı tarafını hiçbir zaman anlamayacaklar.

Anlamak istemeyecekler!

Atalarımızı daima kardeş katili, barbar, kavgacı, sömürgeci bir medeniyetmiş gibi lanse edecekler çünkü kendi zihniyetleri öyle.

“Kişi, kendinden bilir işi” misali…

İçlerindeki faşizm mikrobu, öyle bir tenasül etmiş ki vücuda, hekimlerde çaresi yok.