Dünya Çocuk Hakları Günü‘nde dünya bir kez daha çocukların acımasızca katledildiğine şahit oldu.
İran’daki mezhepçi molla rejiminin, “Lübnan, Irak, İran vePakistan”dan parayla getirdiği terör grupları, karargâh kurdukları Halep’in Azzan Dağı’ndan attıkları füzelerle bir mülteci kampını ateş topuna çevirdiler.
Tam sekiz yıldır, naylondan çadırların içinde hayatta kalmaya çalışan bebekler, cehennemî bir yangının ortasında kül oldular.
HEDEFTE TÜRKİYE VAR
Kâh Mülteci Kampı, Hama, Humus ve Şam çevresindeki katliamlardan canlarını kurtaranlar tarafından Türkiye sınırında kurulmuştu ve burada yaklaşık 50 bin kişi yaşıyordu. “İran destekli teröristler”, İdlib Mutabakatı’nı hiçe sayarak giriştikleri bu katliamla iki şeyi hedeflediler.
Birincisi, İran’ın güneyindeki Ahvaz’dan başlayıp Belucistan’a, hatta Tahran’a kadar ulaşan ayaklanmalarla boğuşan Molla rejiminin ne kadar gözü kara olduğunu tüm muhaliflerine göstermek istediler.
İkincisi, Türkiye sınırındaki bir mülteci kampını bombalayarak sivil halkın Türkiye’ye olan güvenini sarsmayı, artık sığındıkları bu noktada dahi can güvenliklerinin kalmadığını düşünerek Türkiye sınırına yığılmalarını istediler. Böylece Suriye halkının tek dostu olan Türkiye’yi biraz daha köşeye sıkıştıracaklarını düşündüler.
İran’daki sivil protestolarda sadece üç gün içerisinde 100’den fazla insanını öldüren bir rejimden, Suriyeli bebeklere acımasını beklemek elbette gereksiz.
İRAN’IN MEZHEP SAVAŞI OYUNU
Bu rejim ne zaman dara düşse, çözümü etrafına “şiddet ve provokasyon” yaymakta buluyor. Irak işgal edildiğinde ordusu güçlü bir direniş gösterememiş olsa da, 2004 ve 2005 yıllarında halk silahlanıp ABD’ye karşı güçlü bir direniş ortaya koymayı başarmıştı. İşgalciler büyük kayıplar yaşıyorlardı. Tam bu sırada işgale karşı savaşı, “mezhep savaşına” dönüştüren akıl almaz bir provokasyon gerçekleşti.
Şiilerin 11. imamı ve Hz. Ali’nin ahfadı olan Hasan el Askeri‘nin Samerra’daki türbesi 2006‘da bir saldırıda yok edildi. “Irak askeri üniformalı” kişiler sabah saatlerinde ellerini kollarını sallayarak Şiilerin bu en kutsal kabul ettikleri mekana girdiler, bombaları yerleştirdiler ve türbeyi havaya uçurdular.
Iraklı hiçbir direniş örgütü patlamayı üstlenmedi. Fakat provokasyon tutmuştu. Bin yıldır Sünnilerin egemenliğinde en küçük bir saygısızlığa uğramamış, daima hürmet görmüş olan türbenin yıkılmasından İran, Sünni direnişçileri sorumlu tutarak tüm dünyadaki “Şii milisleri”, türbeleri savunmak için Irak’a çağırdı. Böylece, Irak topraklarında İranlı grupların istedikleri her yere sorunsuzca girip, operasyon yapmalarının önü açıldı.
İran benzeri bir provokasyonu Suriye’de halk ayaklanması başlayınca da deneyecek ve başarılı olacaktı. Bu defa kiralık tetikçiler DEAŞ yandaşlarıydı. Tıpkı 2006 saldırısından bir sene sonra DEAŞ’ın kurucu unsuru olan Irak Kaidesi’nin türbeden geri kalan harabeyi dümdüz ettiği gibi, Suriye’deki taşeron da aynıydı. Bu kez hedefte Şam’daki Seyyide Zeynep Türbesi vardı.
İran yine tüm dünyadaki Şiileri, İranlı General Kasım Süleymani’nin komutası altına girmeye çağırıyordu. Sloganları “Peygamber’in ailesinin türbelerini korumak için savaş” idi. Böylece ayda 500 dolar maaşla başta Lübnanlı Hizbullah militanları olmak üzere dünyanın her yerinden kiralık katiller Suriye’ye doluştular.
1979’dan beri bir kez olsun ne ABD ne de diğer Batılı bir güçle çatışmamasına rağmen, “ABD’ye düşmanlık” yalanıyla, provokosyanlarla politika kuran bir avuç molla, hem İran halkını hem de bölge halklarını baskıyla yönetmeye çalışıyor. Ne zaman egemenliği sarsılsa, Hüseyin’in kanlı gömleğini bayrak gibi sallıyor.
Fakat, artık ne Iraklı Şiiler ne de İran halkı bu Acem lokmalarını yutacak değil.