Geçen gün :
“Kaç takipçin var?” diye sordum, sosyal medya fenomeni bir arkadaşa.
-“Çok” dedi, uçuk rakamlardan söz etti. Nabzımı yoklamak için:
-“Senin de çoktur” deyip gözlerimin içine baktı.
-“Yok” dedim.
-“Benim senin kadar çok takipçim yok. Hepi topu *sekiz* tane.”
Merakını gidermek için daha o sormadan saymaya başladım:
Birinci ve en büyük takipçim *Allah’tır* . Uykuda bile takip eder beni. O’ndan gizli kalmak mümkün değildir. O yazmadan diğer takipçilerin hiçbiri kalem oynatamaz. İyi hareketlerimde gönlüme genişlik verir, yanlış yaptığımda ise göğüs kafeslerimi adeta birbirine geçirircesine sıktıkça sıkar beni.
Eğri veya doğru yolda olduğumu çoğu zaman,
O’nun bu hareketiyle anlarım.
Sonraki iki takipçim ise *Kirameyn Katipleri’dir.*
İyi kötü, hayır veya şer ne yapsam anında kayda geçerler.
Alim unutur kalem unutmaz deyip cızır cızır yazmaya devam ederler.
Dördüncü takipçim *şeytandır* . Ve takipçilerin en tehlikelisi.
Hayırla hiç işi olmaz. Allar pullar, acuzeyi dilber, zehiri bana ab-ı hayat gösterir. Tuzakları örümcek ağı gibi zayıf olsa da, insanı çok rahat kandıran müthiş bir yeteneğe sahiptir.
Beşinci takipçim *nefsimdir* .
Tıpkı boynu bükük, masum yüzlü bir dilenciye benzer. Aç gözlüdür, doymak nedir bilmez.
Gözleri fellik fellik devamlı arayış içindedir.
Her şeyin “kendi hakkı” olduğunu söyler durur. Dırdırından kurtulmak mümkün değildir. Sadece açlıkla terbiye edebilirim onu. Dizginlerini bırakıversem inanın beni uçurumdan aşağı yuvarlar da “Tüh, adamcağıza yazık oldu!” bile demez. Şeytandan sonra gelen en yaman takipçim de işte budur.
Altıncı sıradaki takipçim ise *rızkımdır* .
Şimdiye kadar bir vefasızlığını görmedim ama nedense ben onu hiç beğenmem, hep değersiz ve küçük görürüm. Başkalarının rızkı bana daha tatlı ve büyük görünür. Devamlı ben onun peşinden koşarım fakat o bunu kabul etmez, hayır ben senin peşinden koşuyorum diye benimle inatlaşır. Kimbilir belki de o haklıdır. Çünkü bir keresinde uçağa bindiğimde, hostesler gökyüzünde bunu getirip önüme koymuşlardı, “Al bu da senin rızkın!” demişlerdi.
Şaka değil, yedinci takipçim de belalarımdır. *Doğduğum* günden beri hiç yalnız bırakmadılar beni. Bazen rüzgar gibi okşar geçerler, çoğu zaman da arsız bir misafir gibi oturdukları yerden bir türlü kalkmak bilmezler. Tahammülleri çok zordur, hiç rahat vermezler insana. Biri kalkmadan daha öbürü kapıyı çalmaya başlar. Yalnız itiraf etmek gerekirse, her gelen bela mutlaka geride benim için hayırlı bir şeyler bırakıp öyle gider. Ancak onlar gittikten sonra eyvah derim fakat o zaman da zaten iş işten geçmiş olur. Bu da benim yüz karası aceleciliğim işte.
Sekizinci ve son takipçim ise *ölümdür*. Her an yanında taşıdığı mutlaka bir bahanesi vardır. Trafik ve iş kazaları, kalp spazmı, nefes yetmezliği, doğal afetler, savaş ve terör eylemleri, yaşlılık ve hastalık onun en çok kullandığı bahanelerdendir. Ben onu unutsam o beni unutmaz, ense kökümde dolaşır durur.
Bütün takipçilerimin hepsi bu kadar. Aslında bir tane daha var. O da, sizler beni mezarlıkta bırakıp gittikten sonra benimle kalacak olan *salih amellerim.* “Benim gerçek dostum işte bu!..” desem, inşallah bana kırılmazsınız.!