Sinemamızın en temel sorunlarından birinin dağıtım olduğunu artık bilmeyen yoktur sanırım. Gerek bu sayfada, gerekse sinema gündeminin her başlığında konu bir şekilde dönüp dolaşıp dağıtım meselesine geliyor. Geldiği gibi geçiyor, o ayrı. Çözüm için elini taşın altına koyması gerekenlerden etkili adımları göremiyoruz hala. Çok izlenme garantisi veremeyen filmlerin kendine salon bulması hala zor.
Neyse ki eşyanın tabiatı gereği başka noktalarda hareket oluşuyor. Hiç beklemediğiniz bir anda, beklenmeyen hareketlilik umut veriyor.
Yapısı gereği az kopya ile vizyona girip kendine çok az salonda yer bulan son filmlerden ikisi Dilsiz ve Küçük Şeyler. Her iki film de ‘festival sineması’ olarak nitelendirdiğimiz yöntemle çekilmiş olduğundan az lokasyon imkânı buldu. Esasına bakarsanız Küçük Şeyler 100’e yakın lokasyonda vizyona girdi ama daha ikinci haftasında sadece 6 salona düştü. Dilsiz ise zaten 10 kopya ile çok az salonda başladı serüvenine.
Fekat enteresan şekilde filmler seyirciye gitti. Yani izleyici hareketlendi ve filmleri kendilerine çağırdılar. Dilsiz, zaten az salonda başladığı yolculuğuna şu an 24 salonda devam ediyor. Devam etmesini sağlayan ise izleyici talebi. Türkiye’deki toplam 5 bine yakın salondan sadece 24’ünde gösterilmesine rağmen 3 haftada 7.500 kişi tarafından izlendi. Yani her gösteriminde salonlar doluyor demek.
Murat Pay’ın Dilsiz’i için Türkiye’nin dört bir yanında kampanyalar oluşturuldu. İzleyici, sinema salonlarına başvurdu ve “Dilsiz’i istiyoruz” dedi. Buna karşılık ek seanslar ve salonlar ayarlandı. Hâlâ bu sistem devam ediyor. İzleyicinin filmi çağırdığı nadir ve güçlü örneklerden biri oldu Dilsiz’in vizyon serüveni.
Küçük Şeyler’in durumu ise daha enteresan. 100 salon çok iyi bir başlangıçtı. Ancak daha ilk hafta tamamlanır tamamlanmaz 6’ye düştü salon. Çünkü çok izlenmesi muhtemel filmlere yer açmak gerekirdi! Hadi 100’den 30’a düşülse tamam da, 6 nedir! Bundan sonra izleyici hareketlendi ve Küçük Şeyler de seyirciye gitmeye başladı. Halen 11 salonda gösterilen Küçük Şeyler 10 binden fazla gişe yapmış durumda.
Seneler evvel Onur Ünlü, Sen Aydınlatırsın Geceyi filmi için böyle bir şey yapmıştı. “Filmimi vizyona sokmuyorum, bizi çağırın izletmek için size gelelim” demişti. Ve filmini Türkiye’nin birçok şehrinde böylece izleyici ile buluşturmuştu.
“İzlenmeyen filmi neden salonda tutsunlar” dediğinizi duyuyorum. Ama durum tam olarak öyle değil. Evet, salon sahibi de ticaret erbabı. Boş salona film oynatamaz. Lakin Türkiye’de izleyici inisiyatifi büyük oranda salonda başlıyor. Yani izleyicilerin yarısından fazlası (% 70 deniyor) hangi filmi izleyeceğine salonda karar veriyor. Geldiğinde göremediği filmi izlemesi söz konusu değil. Diğer taraftan, sinema sanattır. Sadece çok izlenen yapımları izleyiciye ulaştırmak, sanatın gayesini sekteye uğratmak demektir.
Gelinen noktada Dilsiz ve Küçük Şeyler örnekliğinden ders çıkararak dağıtım sorununu gidermek için izleyici formülünün de devreye girmesi gerekiyor. İzleyici ısrarla talep etmeli. Talep olmalı ki arz cüretkâr olabilsin.