İyinin ve kötünün ötesinde

Abone Ol

Kadim tüm disiplinlerde iyinin ve kötünün her daim mücadele içinde olduğu ve insanın iyiliklerinin sayısını artırarak “iyi” olabileceği vurgulanır.

Öyledir de.

Kötülük dediğimiz olaylar ve bunun faili olan kötü insanlar hep olmuş. Bugün de var yarın da olacak.

Bu dünyadaki hayatımıza “İmtihan dünyası” denilmesindeki mantık bu.

İmtihandayız.

Tekâmülümüzü artırmak, insan-ı kâmil olabilmek, saf sevgi enerjisi ile bir ve bütün olup vahdet-i vücuda ermek… Adı ne olursa olsun, hangi felsefi doktrinden referans almış olursa olsun insanın nihaî hedefi “iyi” bir insan olmak ve bunu sürekli hale getirmek.

İnsanlığın doğruları/yanlışları, günahları/sevapları, olumlu davranışları/olumsuzlukları da en az kendi tarihi kadar eski.

Cinayet mesela. Kasten ve planlı bir şekilde adam öldürme olayı ilk insanlar Hz. Adem (as) ve Havva’nın çocuklarıyla başlamış bir fiil.

O günden bugüne de insanlık hep savaşmış, birbirini öldürmüş, katliamlara ve hatta soykırımlara imza atmış.

Daha sonra işler öyle bir hale gelmiş ki, cahiliye toplumunda kendi elleriyle yaptığı helvadan putlara tapan bu insanlık, ‘Savaşları bitiremiyoruz, belli ki bir bahane bulup savaşacağız, hiç olmazsa bunun da bir hukuku olsun canım’ diyerek “savaş hukuku” geliştirmişler. Yani; ‘savaşma demiyorum, hiç olmazsa kurallara uygun savaş’ mantığı geliştirmişler kendi aralarında.

Buna rağmen bunu bile aşan, bunu bile kabullenmeyen insanımsılar da olmuş hep. Halep’ten İdlib’e sevk edilen konvoyda sivil halka saldırıp onlarca masumu öldüren, birçoğunu esir alan o ‘komutan’ böyle bir canlı türü mesela.

Nasıl bir ruh hâli vardır, hangi akıl ve vicdanla böyle bir eyleme imza atmıştır? Üzerine yıllarca düşünülecek ve belki de cevapsız kalacak bir soru gerçekten…

Peki ya Kayseri?

Çarşı iznine çıkan, belki 2 haftadır ilk kez kışla dışında bir yerde oturacak, farklı bir yemek yiyecek, şöyle rahat rahat annesini, arkadaşını, sevdiceğini arayacak daha 20 yaşında gençlerin olduğu otobüsün yanına, içine patlayıcılar doldurduğu araçla yaklaşıp kahpece patlatan ve etrafa ölüm saçan o katil…

Hangi ideolojik dünya görüşünün, hangi felsefenin, hangi hak arama mücadelesinin temsilcisi?

Elbette ki hiçbirinin.

Savaş da, barış da haktır. Asr-ı Saadet’te de savaşlar olmuş ve Efendimiz (asm) bizzat savaşmıştır ya da savaşlara önderlik etmiştir.

Bu bir vakıa.

Ama o/nlar savaş anlarında ve sonrasında adaleti, dini, vicdanı ve hakkaniyeti esas tuttular. Zulme asla imza atmadılar ve rıza göstermediler.

Ne diyelim? Allah düşmanın bile haysiyetlisini, şereflisini versin!

İHH: FİİLİ DUANIN ÖTEKİ ADI!

“Ey Ekrem Özden. Yeter! İçimizi kararttın, heybende hiç mi güzel bir şey yok?” diye soranlar olduysa hemen söyleyeyim: Var. Vallahi var.

O güzelliğin tam adı: İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı. Kısacası İHH.

İHH gönüllüleri, oturduğu yerden ahkâm kesen klavye mücahitlerine inat kalktı, Suriye’deki Müslümanlar için fiili duaya geçti. ‘Halep’e yol açın’ kampanyasıyla organize ettikleri binlerce araçlık bir konvoyla sınıra çadır kent kurdu, Halep’ten tahliye edilen muhacirleri karşıladı, onlara sarıldı ve insanî yardım malzemeleri yetiştirdi.

Allah, İHH Başkanı Bülent Yıldırım başta olmak üzere, Yaşar Kutluay’dan, Serkan Nergis’ten ve tüm vakıf gönüllülerinden binlerce kez razı olsun. Umut oldular, şevk verdiler. Karanlık gecelere güneş gibi doğdular…