Türkiye’de toplum, Suriyeli mülteciler konusunu ilk mülteciler ölümden kaçıp sınırlarımıza dayandığından bu yana tartışıyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bayramın hemen öncesi Kilis’teki iftarda “Suriyeli kardeşlerimize vatandaşlık vereceğiz” bombasını gündeme bırakmasıyla tatışmalar iyice alevlendi.
Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesini, haklarının yenmesinin engellenmesini ve yaşam koşullarının iyileştirilmesini, bilgi ve yeteneklerinden ülkemiz için yararlanmayı genel olarak destekliyorum.
Fakat sakin bir şekilde toplumun görüşüne kulak vermek, doğruları uygun bir dille anlatmak ve kaygıları giderecek düzenlemeler yapmak da gerekiyor.
Nihayetinde birlikte yaşayacak olan onlar.
Toplumun görüşünü dinlemekle kastettiğim Suriyeliler’e vatandaşlık verilmesi konusunun referanduma götürülmesi değil.
Kasdettiğim, sokağa inip insanlar neler konuşuyor, nelerden şikâyetçi, ne gibi endişeler taşıyorlar öğrenmek.
Bayram ziyaretlerinde gündeme gelen konuların başında Suriyeliler’e vatandaşlık verilmesi konusu vardı.
Ayakkabı imalatında çalışan bir yakınımın bayram ziyaretinde anlattıkları her mülteciye vatandaşlık verilemeyeceğini gösteren çarpıcı bir örnek.
İşyerinin bulunduğu bölgede çalışan bazı Suriyeliler’le tanışıp konuştuğunu, kendisine Türkiye nasıl PKK’ya karşı savaşıyorsa Beşşar El Esed’in de ülkesini korumak amacıyla teröristlere karşı savaştığını söylediklerini anlattı.
Türkiye’nin insani nedenlerle sınırları açması sonucu ülkemize her türden insan geldi.
Gelenler arasında Beşşar El Esed yanlıları da var.
Zamanında vatandaşlık alan bir Şebbiha’nın devrimin başından bu yana Suriye rejimi lehine ve Türkiye aleyhine nasıl propaganda yürüttüğünü hep birlikte gördük.
Hatta vatandaşlıktan çıkarılması için çağrılar yapıldı.
Şimdi El Muhaberat’a çalışacak yeni Şebbihalar’a vatandaşlık verip ülkenin başına daha fazlasını musallat etmemek için seçim yaparken son derece dikkatli olmak gerekiyor.
Farklı kültürlerle birlikte yaşamak ve aynı ortamı paylaşmak bazen çekilmez olabilir.
Bunun için o kişilerin farklı ülkelerden ve ırklardan olmaları gerekmez.
Bazen aynı ülkenin ve ırkın, hatta aynı kentin ve semtin insanları arasında da geçimsizlikler ve anlaşmazlıklar olabilir.
En çok yapılan yanlışlardan biri de bu türden anlaşmazlıklara yanlış teşhis konulması ve hükümlerin genellendirilmesidir.
Örneğin yemek yaparken oldukça ağır baharatlar kullanan bir Hintli’yle aynı apartmanı paylaşmak istemezseniz bu sizi ırkçı yapmaz.
Orada tavrınız komşunuzun Hintli olmasına değil kullandığı ağır baharatlarla verdiği rahatsızlığadır.
Çevresine zarar veren bir kişiyle insanlar ortak yaşam alanlarını o kişi akrabaları dahi olsa paylaşmak istemezler.
Suçun kişisel olduğu ilkesi hiçbir zaman unutulmamalı.
Ülkemize gelen Suriyeliler de insan ve aralarında suç işleyenler olabilir.
Bu nedenle genelleme yapmak ne kadar yanlışsa mültecilere dokunulmazlık zırhı giydirmeye kalkmak, tümüyle hatadan ve günahtan korunmuş insanlar muamelesi yapmak da yanlıştır.
Suriyeli mülteciler konusunda toplumda dile getirilen şikâyetlerin birçoğu çözümsüz sorunlar değil.
Gerçekçi olmayan duygusal ve romantik bir yaklaşımla sorunları görmezden gelmek yaranın daha da büyümesine yol açar.
“Ensar” ve “Muhacir” kavramlarının da bugün yaşadığımız şartlara bire bir uyduğunu söylemek zor.
Beş-altı yıldır Türkiye’de rahatça dolaşıp yardım faaliyetleri adı altında kendine saltanat kuran ve bütün bu rahatlığa rağmen ilk fırsatta Türkiye’yi kötüleyen biri muhacir olamaz.
Batı ve Arap ülkelerinin Suriyeli mültecilere yönelik faaliyetleri ve bağlantıları da mercek altına alınmalı.
Tek bir mülteci kabul etmeyen Arap ülkelerinin Türkiye’de mültecilere yönelik propaganda faaliyetleri yürütmeleri kabul edilemez…