İyi giyinen kötü adamlar

Abone Ol

Kötü giyinen iyi adamlar

Geçen hafta yazdığım “ kötü giyinen iyi adamlar” yazısıyla mühim bir noktaya parmak basmak istemiştim. Yeteri kadar olmasa da yazıya gelen tepkilerden(olumlu-olumsuz) memnun olduğumu söylemeliyim. Ama meramımın tam olarak anlaşılmadığını düşünüyorum.

Meselenin takım elbise giymekten ibaret olmadığını vurgulamama rağmen birçok kişi iyi giyinmekle kastımın takım elbise giymek olduğu düşüncesine kapılmış. Halbuki ben bambaşka bir şeyden bahsetmeye çalıştım yazımda. Olabildiğince açık yazmama ve derdimin üzüm yemek olduğunu belirtmeme rağmen bağcıyı dövmekle ilgilenenlerin saldırısına uğramaktan kaçamadım.

Bu eski bir hikaye. Hep var olacak bir hikaye..

Eğer söyleyecek bir şeyiniz varsa, ben yazdım onlar anlasın mantığı yerine olabildiğince sarih olmayı ilke edindiğim için geçen haftaki meseleyi biraz daha açacağım. Ama tersten bir okumayla. Başlıkta da görüldüğü üzere bu hafta iyi giyinen kötü adamları yazmaya çalışacağım.

İnsan söz konusu olduğunda mutlak iyilik ya da mutlak kötülük diye bir şey yoktur. Kötü giyinen iyi adamlar mutlak iyi olmadığı gibi, iyi giyinen kötü adamlar da mutlak kötü değillerdir. İyilik-kötülük durumlara göre izafi hallere büründüğü için iyi giyinmek-kötü giyinmek de izafilik arz eder. Bunu saklı tutarak ben, iyi giyinmekle şunu ya da bunu giymeyi kast etmiyorum. Giyinmeye özen göstermekten bahsederek, bunu, insana saygıya bağlıyor ve İslam ahlakının bir gereği olarak ifade ediyorum. Bunu yaparken bazılarının anladığı gibi modaya pirim vermekten de bahsetmiyorum. Zira ben ne takım elbise giyen bir adamım ne de modayı takip eden. Bir başka itiraza cevap mahiyetinde diyorum ki, “adam” kelimesini “ben-i âdem” olarak kullanıp cinsiyet ayrımına gitmeden kadın ve erkeği teşmil edecek biçimde kullanıyorum.

Gelelim iyi giyinen kötü adamlara!

Çoğu insanın “şeytan marka giyer” olarak bildiği ama aslı “şeytan Prada giyer” olan, filme uyarlanmış, bol dedikodu içeren ve derdi sadece marka ürünler giymek olan bir kısım şahsın hikayesine eğilen romanın başlığı bize yeterince şey söylüyor aslında. Çağın dilini anlama ve şeytanın ayartıcı gücünü kullanma vasıtalarını görme açısından ipuçları barındıran bu başlığa dikkate çekerek başlamak ve açılmak istiyorum önümüzdeki satırlarda. Açılmak ama saçılmamak.

Görsel dil tarih boyunca insanlar üzerinde etkili olmuştur. İnsan denilen acayip mahluk, dünyada sükun bulmaya başladığı andan itibaren hikayesini anlatmaya başlamış, bu uğurda türlü türlü malzemeler kullanmıştır. Bu hikaye anlatımında en güçlü yeri, göze, dolayısıyla gönle hitap eden anlatımlar doldurmuştur. Mağara duvarlarına bizon resmi çizen insanlardan, yuvalarını işlevseli aşarak estetik noktalarımıza dokunacak şekilde inşa edenlere göze hitap hep ilk sırada yer almıştır. Söze şahitlik hikayenin başına kadar gitse de, bildiğimiz kadarıyla insanın, kelimeleri bir araya getirerek anlatıma durması yenidir. Ama görsel dil ilk izlere kadar gider. İnsan isle, kömürle, boyayla, kanla vs. hep anlatmıştır hikayesini. Durmadan anlatmıştır. Bazen karikatürümsü karakterlerle bazen natüralist görünümlerle hep anlatagelmiştir. Soyut kompozisyonlarla dansı da çok eskilere giden insan görsel dilden asla vaz geçmemiştir.

Propaganda amacıyla da kullanılan görsel dil, insanoğlunun vazgeçilmez silahları arasındaki yerini almıştır. Bir örnek vermek gerekirse, Hiristiyanlık tarihinin en keskin fetvalarından birini Papa 5. Magnus vermiştir. Ona gelene kadar paganlara benzememek için figüratif anlayıştan uzak duran Hiristiyanlar, 5. Magnus’un figüratif anlatım biçiminin okuma-yazma bilmeyen Hiristiyanların inançlarını arttırmada kullanılabileceği hükmüne varmasıyla kiliselerini ikonlarla doldurmaya başlamışlardır. Propagandist anlayışın zaferi diyebileceğimiz bu değişiklik kendini görsel dil üzerinden var etmiştir. Etkili de olmuştur nitekim. Sadece kulaklarıyla hakikate(!) muhatap olan Hiristiyanlar, artık gözleriyle de muhatap olmaya başlamışlar.

Tek başına bu örnek, gözün gördüğünün ne kadar etkili olduğunu gösterir bize. Çünkü her şey etkilemeye yöneliktir burada. Sanatın tüm hikayesinin özeti budur aslında. Etkilenen sanatçının, etkilemesidir mesele.

Her eser etkilemek için yapılır. Bu anlam eserin içinde mündemiçtir. Sanatçı bunu amaçlasın ya da amaçlamasın fark etmez. Eser sizi etkilemek için oradadır ve gözünüz dikkat kesildiyse gönlünüze girmenin bir yolunu bulacaktır. Tam da bu yüzden şeytan marka giyer. Biz de aynı sebepten bundan etkileniriz. (Şimdi birileri itiraz edecek ve “ama ben etkilenmiyorum” diyecek. Siz etkilenmemeye devam edin efendim. Lafım size değil J )

İyi giyinen kötü adamlar, içerik boş olsa da görüntünün gücünü bilen ve insanları en azından görsel dil üzerinden etkileyen adamlardır. (İsim ya da meslek grubu vermeyeceğim burada. Zira kimseyi töhmet altında bırakmak istemem.) İyi giyinen bu adamların kötülüğünü kamufle eden biraz da kıyafetleridir. Çünkü dikkat oraya çekilir. O kadar etkilidir ki bu, füru olan asıl olanın yerine geçer ve sizi etkiler. Sahneye çıkan şarkıcıların ya da film karakterlerinin kostüm tasarımcılarının olması hep bununla ilgilidir: Etkilemek! Bunun için de iyi görünmek. İnsanın tabiatı gereği yaldızlı olana meyli vardır. Bununla etkiler çoklukla ve bundan etkilenir. Her insan mı? Hayır. Fıtraten yaldıza meyli olduğu kadar sadeliğe de meyli vardır insanın. Ama bozulmamışsa. Aslından uzaklaşmamışsa. Yaşadığımız çağ itibariyle insan olmanın aslını unutmayı bırak, unuttuğumuzu bile unuttuğumuz göz önünde bulundurulursa, sadeliğe meyli olan insan bulmak eper zor.

Önceki yazıda belirttiğim üzere, çağ cilalı imaj çağı ve imajın gücü sarsılmaz bir kale gibi. Bunu bilen kötü adamlar(!) imajın diline başvurarak görüntüyü kurtarıyor ve iyi görüntü üzerinden kötü içerik satıyorlar. Görüntünün bu kadar pohpohlandığı bir çağda içeriğe dikkat etmeye pek vaktimiz olmadığı için bize neyin pazarlandığını anlamadan onu içselleştiriyoruz biteviye. Dikkat etsek de etmesek de görüntü içerikle beraber vardır ve birini alırken diğerini almam diyemezsiniz. Sevdiği sanatçıların yaşam tarzını zamanla benimsemesi insanların bununla ilgilidir. Ya da terakki hikayemizdeki, “Batılıların bilgilerini alalım ama kültürlerini almayalım” masalındaki hata bununla ilgilidir. Bilgisini aldığınız idrakin kültürünü almanız kaçınılmazdır. Görüntüsünden etkilendiğiniz kişinin içeriğinden etkilenmemeniz imkansızdır.

Bizi bu çağda hep imajla vuruyor kötü adamlar. Kendi idrak ve tasavvurlarını görüntü üzerinden veriyorlar. Ekrandaki programlar bunun üzerine kuruluyor. Diziler ya da oyunlardaki karakterler bunun üzerine. En kötü karaktere öyle bir imaj veriyorlar ki etkiliyor bizi. Kahramanımız olup çıkıyor. Neyi aldığımızın farkında olmadan alıyoruz o karakterin karakterini. İz bırakıyor gönlümüzde. Çünkü gözümüzü ele geçiriyor. Gözümüzde taht kuruyor. Yine bir itiraz gelebilir ve “biz onlardan etkilenmiyoruz” denilebilir. Siz öyle sanın dememe izin verin lütfen. İmaj o kadar güçlü ve etkisi o kadar derindir ki,  size olan etkisinin nasıl olduğunu ve nerede ortaya çıkacağını tahmin edemezsiniz. Dokunur ve geçer sanırsınız ama kalır. Yatılıya kalır sizde ve içerden içerden fethini gerçekleştirir.

Hülasa, kötü adamlar iyi giyinirler. Ve içeriği kamufle etmek için hep görüntüden faydalanırlar.

Biz de faydalanalım mı? Hayır. Çünkü biz iyi adamlarız. İyi adamlar olarak iyi görünmek zorundayız. Kötülüğümüzü gizlemek için değil.

Not: Neyin kafasını yaşıyor bu adam derseniz, içtiğimden size de verebilirim!