Ivan, âhIvan…

Abone Ol

Gönlüm beş gündür o siyah soğuk mezar taşında kaldı. Üzerinde uzunca bir isim yazıyor ama kısası şu: IvanAgueli. İsveç’in kültürel simgesi IvanAgueli.

IvanAgueli. bedeli ince ince ödenmiş bir imanın sahibi. Yalnızlığın kuytularında büyütmüş ümidini… İtilip kakıldığı, ‘kâfir’ diye ilan edildiği, itibarının sıfırlandığı, casus diye tutuklandığı sınamaların yokuşunda susaya susaya yürümüş Abdulhâdi olmaya doğru…

Elindeki Kur’ân’ın sayfalarını delercesine okurken, henüz lise öğrencisiydi. İsveç’te her şey tıkırında akarken, ince derin jilet gibi gibi duyuldu şu cümlesi: “Ben Müslümanım!” Deli! Anarşist! Casus! Ne kadar aşağılayıcı sıfat varsa hepsini memnuniyetle kabul etti. Melâmi dervişi gibiydi.  Üzerine yağan hakaretlerden memnun! Canına minnet. Sadece buruk bir tebessümle karşılık verdi. Biraz daha sarıldı elindeki sayfalara. İçinde hiç durmadan akan acılı nehrin köpüklerini izledi. Susturduğu iç seslerinin karşılığını ince ince keşfetti. Nihayet, 1892’de Kur’ân’ın İsveççe mealini hazırladı.

Her isyankâr Avrupalı gibi Paris’in yolunu tuttu. İsyanını kan kırmızı renklerle döktü tuvale. Arayışını ışık ve gölgenin oynaştığı resimlerin kıpırtısına akıttı. Ressam Gaugin’le dost oldu. Picasso’ya ilham verdi, ilham aldı. Deliliğin tüm çalkantılarını deneyimledi. Düşe kalka, ine çıka, sendeleye sendeleye bir ‘hanif’ Müslüman çıkışıydı ömrü.

İsyankârdı. Kolay uzlaşılır biri değildi. Dahi ve tabii ki geçimsizdi.Vasatlara kanmadı. Olağanı sevmedi. Normlarla başı hoş değildi. İçinde ağlayan ve arayan uçarı çocuğun ardı sıra koştu. Çok geçmeden Paris’in darlığını fark etti. Yollara vurdu kendini. Uzun yollar. Çöller. Mısır. Nil. Srilanka… Çatı katı yalnızlıkları…

Endülüs’ün hemen yanı başında aldı kokusunu İbni Arabi’nin. Selahattin Yusuf’un ifadesiyle, “Fütûhat’la karşılaştığında, ellerinin arasına dev bir karpuz dilimi almış bir bebeğe dönüştü. Adeta emdiİbni Arabi’yi…”İbni Arabi’nin devrimci ruhunu ilk o üfledi Avrupalı vicdanlara…

Yirminci yüzyılın başında Avrupa’nın soğuk yüzüne cılız bir köz olarak düştü IvanAgueli. Dalgındı. Dünyaya açık değildi gözleri. Dalgınlığı yüzünden olacak, genç denebilecek yaşta, Barselona’da bir tren kazasında vefat etti. Batı’nın vicdanı olagelmiş istisna seslerin bestekârı sayılmalı bence. Rene Guenon’da, Eva-MitrayMeyeroviç’te, Garaudy’de doğrudan ve dolaylı emeği var Ivan’ın.

Mezar taşına dönelim şimdi. Mezar taşı zaten gariptir de, bu garibin garibi bir mezar taşı; haçlarla donanmış mezar taşları arasında. Hıristiyan mezarlığında bir gizli Müslüman mezarı olunca, garibin garibinin de garibi oluyor. Şimdi içimde kocaman bir yük o taş. Kaldıramam. Kaldırmasınlar da!

Şükür ki, İz Yayıncılık editörü Hamdi Akyol son anda yetiştirdi kitabı. İsveçli düşünür TorbjörnSafveyazmış IvanAgueli’nin hayatını. Özgürlüğün Romanı diye. İz Yayıncılığın kitapları arasında da bir garip bu kitap… Mezar taşı gibi terk edilmiş. İçindekinin ebedi hayat bahşeden bir hikaye olduğunu göremiyor çoğunluk. Şükür ki, bir ucundan Cihan Aktaş, diğer ucundan da Cemal Aydın tutmuş taşın da, en azından iki makale var hakkında. Üçüncü makale ise Selahattin Yusuf’un. “Ulaaaaaaaaaan!” diye duvarları yumrukluyor isyanından. “Abdulhadi” abimizden bize kalan biricik canlı hatıranın hatırını soran olmamış altı yıldır. Tamam; mezarına sahip çıkamadık, bari kitabına sahip çıkalım…

Unutmadan: IvanAgueli’nin hayatını yazan TorbjörnSafve bir Müslüman. Ivan’ın hayatını okuyarak fark etmiş hakikati. Yeni bir garabeti duymaya hazırlanın şimdi: Safve’nin bir mezar taşı yok. Safve’nin mezarı da yok. Niye olsun ki! Çünkü yaşıyor adam. Nefes alıyor. Konuşuyor. Makaleler yazıyor.

Galiba biz ölmüşüz be! Adam gibi bir adam suskunlar ülkesi İsveç’te İslam’ın izzetini haykırıyor hece hece de, bir yerimiz kıpırdamıyor. Ölmemiş olsaydık,“Abi, buyur; İstanbul’da bir misafir edelim seni hele… Yorulmuşsundur, dinlen şu köşede. Bi’ kahvemizi iç! İftar soframızı şenlendir!” derdik ama değil mi?

Ne diyordu İsmail Kılıçarslan: “Abi uzat şu küreğin sapını da, az toprak da biz atalım şu yaşayan ölüler üstüne…”