Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi Avrupa’nın güvenlik algılarını ve politikalarını temelinden sarstı.
Soğuk Savaşın sonundan beri NATO’nun ve ABD’nin koruduğu bir güvenlik balonunun içinde yaşayan Avrupa devletleri tekrardan bir konvansiyonel savaş tehdidi ile karşı karşıya kaldılar.
Avrupa Birliğinin stratejik otonomisi ve AB ordusu gibi tartışmalar bir anda ortadan kayboldu.
Yıllardır savunma harcamalarını NATO’nun dolayısıyla Amerika’nın beklentisi olan %2 seviyesine çıkarmayan, aksine sürekli kısan Almanya gibi devletler milyarlarca avroluk hızlı silahlanma programları açıkladılar.
Bu ülkeler arasında en radikal dönüşümü yaşayanın İsveç ve Finlandiya olduğunu söylesek abartmış olmayız.
Tarafsızlık politikası gereği ısrarla NATO’ya katılmayı reddeden bu iki devlet ve halkı Rusya’nın Ukrayna’yı topyekûn işgal girişimi ile bir anda kendilerini NATO üyeliği formu doldururken buldular.
İki devlet de kendi açılarından haklılar, yeni dönemde bir ülkenin Rus saldırganlığına maruz kalmamasının tek garantisi var o da NATO üyeliği.
Dolayısıyla NATO üyeliği bugün bu ülkeler için vazgeçilmez bir ulusal güvenlik meselesi haline gelmiş durumda.
Kaderin bir cilvesi olacak ki bu iki devlet de NATO üyesi olmak için yıllardır tepeden baktıkları, önüne ev ödevleri koydukları, eleştirdikleri, PKK ile mücadele ediyor diye savunma sanayi alanında ambargolar uyguladıkları Türkiye’nin onayına muhtaç oldular.
Türkiye de bugün NATO üyeliğini onaylamak için Finlandiya ve İsveç’in önüne ev ödevleri koymuş durumda.
İki ülkenin temsilcilerinin de o burun kıvırdıkları, tepeden baktıkları Türkiye’ye koşuşturmaları, şirin açıklamalar yapmaları, gerdan kırmaları milletimizi keyiflendirmiyor değil.
Bu süreçte iki ülke de savunma sanayi ambargolarını kaldırdılar, zaten birçok sistem de bu süre içerisinde yerlileştirilmişti.
Ama daha önemli iki konu var o da PKK ve FETÖ terör örgütlerinin her iki ülkedeki varlıkları ve faaliyetleri.
İsveç bu konu da terörle mücadele kanunu değiştirmek için anayasa değişikliği ve bazı PKK’lıların iadesi gibi bazı adımlar attı ama buna rağmen halen Türkiye’yi ikna edebilmiş değil.
Bu sürede PKK süreci sabote etmek için bir seri provokasyona imza attı.
Neredeyse 40 yıldır İsveç’te faaliyet gösteren PKK’nın İsveç devletinin göz yumması ile İsveç siyaseti, sivil toplumu ve devlet kurumları ile geliştirdiği girift ilişkiler bugün İsveç’in NATO üyeliğinin önündeki en büyük engele dönüştü.
Bugün PKK İsveç’in NATO üyeliğine engel olmak isteyen İsveç solu ve Rusya gibi aktörler tarafından İsveç’in NATO üyeliğini sabote etmek için kullanılmaya başlandı.
Yani PKK politikası bir bumerang gibi döndü ve İsveç’i vurdu. İsveç geçmiş hatalarının bedelini bugün çok ağır bir şekilde ödüyor.
Seçim sathı mailine girdiğimiz böyle bir süreçte İsveç’in Türkiye’yi birkaç göstermelik adımla kolay ikna edebileceğini zannetmesi büyük hata olur.
Bakalım İsveç hükümeti ve devleti kendi yarattıkları PKK canavarını aşıp NATO üyesi olmayı becerebilecek mi?