Türkiye toplumu, Suruç saldırısının aydınlatılmasını bekliyor. Keza, siyasiler de dikkat kesilmiş inceleme sonuçlarını bekliyor. Bu arada ele geçen her bir bilgi kırıntısı üzerinden birbirinin peşi sıra siyasi açıklamalar yapmak için tetikteler. Böylece bir ona bir buna yönelik suçlamalar ileri sürüyorlar. Mesela, Türkiye’deki siyasi gruplardan özellikle birisi bunu fütursuzca yapıyor.
Doğrusu, siyasilerin bir kısmı bu gibi krizlerde insanların başına gelenleri ve onların çektiği acıları çok da umursamıyor. Bu yüzden de o acıyı yaşayan insanların yanında gereği gibi durmuyorlar. Onların bu gibi durumlarda kendilerine biçtiği tek misyon, medya organlarında boy göstermekten ibaret kalıyor.
Söylemek istediğim şudur: Batılı devletler Türkiye’yi, ülkeye ağır bedeller ödetecek uzun süreli bir soğuk savaşın tam ortasına çekmeye karar vermişler! Gözettikleri tek bir hedef var. Bu hedefi herkesin görmesi, bu ülkedeki her bir vatandaşın bunu anlaması ve bu konunun günlük kültürel hayatın bir parçası haline gelmesi gerekiyor: “Türkiye’yi zayıflatmak, onu bölmenin ön şartıdır” önermesi, Batılı işbirlikçilerin temel dayanaklarından birisi olmuş durumda. Çünkü onlar, Türkiye’nin başarması durumunda, farklı din, ırk ve toplumları kucaklayan, siyasi ve iktisadi sistemini ahlâki kurallara riayet ederek kurmaya kadir küresel bir imparatorluk gücünün yeniden döneceğini çok iyi biliyorlar. Bu oluşum, Türkiye’nin önündeki 10 yıl boyunca başarılı olmasına bağlıdır. Zira önümüzdeki 10 yıl, Avrupa Birliği (AB) devletlerinin büyük bir çoğunluğu için umutsuz görünüyor. Yunanistan’da yaşanan kaos aynı şekilde başka AB ülkelerinde de yaşanacak.
Bugün Türkiye toplumu, hem varlığının hem de geleceğinin mücadelesini vermek durumundadır. Türkiye’yi istihbarat savaşından kurtarmak, ülkedeki bütün siyasi odaklardan beklenen bir sorumluluktur. Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt varlığı oluşturma girişimi ve bunun doğurduğu güvenlik sorunları Türkiye’de iç savaşın geri dönmesi riskini besliyor. Batı’nın ve İsrail’in istediği de tamı tamına budur. Çünkü iç savaş demek, Türkiye’nin askeri vesayet rejimine geri dönmesi demektir. Bu da ülkenin ekonomik yapısını kırılgan hale getirecektir. İran’da yaşanan da budur. Batı’nın Irak, Suriye ve Yemen’de yaktığı savaş ateşlerinin doğurduğu netice de budur. Hepsinde gözetilen ortak hedef şu olmuştur: Ülke ekonomisini bütünüyle askeri ekonomiye dönüştürmek! Böylece bütün vatandaşları doğrudan baskı altına alacak askeri projelere kaynak oluşturmak ve iç bölünmeye tam bir hazırlık yapmak hedefleniyor.
Suruç saldırısı konusunda hüküm cümleleri sarf etmek için acele etmemeliyiz. Herkesin teenniyle hareket etmesi gerekiyor. Hep birlikte Lübnan, Suriye, Irak, Mısır ve en son Libya’da büyük ve tehlikeli bombalama olaylarına şahit olduk. Asıl cani belli olmakla birlikte oyun son derece usta oynanmıştır. Her seferinde gerçek fail, İstihbarat örgütlerinin maskeleri ardına saklanmayı başarıyor. MOSSAD’ın çoğunlukla yaptığı gibi önce uşaklar bulunuyor, onlara her türlü donanım, finans vb. stratejik destek sağlanıyor. Olayı gerçekleştiren şahıslarla yüz yüze hiç karşılaşmıyorlar bile. İnternet ve diğer gelişmiş iletişim teknoloji ürünleri vasıtasıyla onları yönlendiriyorlar.
Herkesin şunu çok iyi bilmesi gerekir ki; Suruç son terör olayı olmayacaktır. Türkiye düşmanlarının önümüzdeki günler için hazırlamakla meşgul olduğu bir dizi terör eylemi daha söz konusu olabilir. Zira önümüzde, henüz kayıp halkalarını bulamadığımız, halen çözemediğimiz bir bulmaca var.
Türkiye’yi korumak ve kurtarmak adına, siyasi gruplardan, hiçbir terör eylemini istismar etmemelerini talep ediyoruz. Nitekim bu gibi terör eylemlerini istismar etmeye kalkışanlar, o eylemin bir parçası ve Türkiye karşıtı İstihbarat örgütlerinin işbirlikçisi demektir!
Çeviri: Fethi Güngör