İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım…

Abone Ol

Şairler, yazarlar, siyasetçiler, komutanlar, seyyahlar… Yolu İstanbul’a düşen kim varsa, anlata anlata bitirememiş. Lamartine, “Eğer dünyaya son defa bakacaksın deseler, bu bakışı Çamlıca Tepesi’nden yapmak isterdim” demiş mesela… Ünlü Fransız yazar, artık Türkiye’nin en büyük camisini omuzlayan o tepeden denize doğru minareler arasından baksaydı bugün, hangi duyguları yaşardı kim bilir…

Berbat bir mezbaha ve çöplük deposu bir Haliç için “Ah İstanbul! Beni büyüleyen isimlerin en başında sen varsın” diyen, İstanbul’a sevgisi yüzünden bir semtine adı verilen Pierre Loti, bugün yine aynı yerden Haliç’e doğru baksaydı, tertemiz bir göl, modern bir kongre merkezi gördüğünde ne derdi?

Gerard de Nerval, “İstanbul, eskiden beri Avrupa ve Asya’yı birleştiren tılsımlı ve kutsal bir mühürdür. İstanbul muhakkak dünyanın en güzel yeridir” derken, Marmara’nın üzerinde bugün kartpostalları süsleyen köprüler yoktu.

Napolyon Bonapart, “İstanbul’a sahip olan bütün dünyaya hükmeder. Dünya tek bir devlet olsa idi, taht şehri İstanbul olurdu” dediğinde henüz dünyanın en büyük havalimanı, denizin altına iki geçidi yoktu İstanbul’un…

Dört bin yıllık medeniyetler şehrinin, tarih boyunca romantik şairleri ve büyük yazarları etkilemesi elbette normal… Dünyada içinden deniz geçen tek şehir olan İstanbul’un, ‘Ardına çil çil kubbeler serpen ordusunun bıraktığı camileri, sarayları, çeşmeleri ile emsalsiz olması normal…

Ama Osmanlılar’ın büyük mirasının zaman zaman “ehliyetsiz ellerde” kısa sürede çöp yığınına dönüşmesini de gördük.

İstanbul, kişi başına düşen gelirin üçte biri kadarını tek başına karşılayan devasa ekonomisi ile tam 130 ülkeyi sollamış bulunuyor. Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini yüklenmiş olan İstanbul, bu alanda da 39 ülkenin toplamından daha kalabalık.

Sıkça “Şehir değil, adeta bir devlet”, “İstanbul Bakanlığı kurulmalı”, “İstanbul’a vize ile girilmeli” gibi görüşlerin serdedildiği, İstanbul gerçekten müstakil bir devlet olsaydı, ekonomisi ve nüfusu itibariyle Birleşmiş Milletler’deki 200’e yakın ülke içinde 41’inci sırada yer alırdı.

2002’nin “dökülen İstanbul’undan” bugünkü İstanbul’a gelmek kolay olmadı. Bugün teknoloji de dahil, bütün altyapısı ile İstanbul, dünyadaki seviyesini 39’uncu sıradan, 9’uncu basamağa kadar çekti. Artık sokaktaki çamur, kapı önündeki çöp, yoldaki çukurlar, havadaki kirlilik, susuzluk dışında talepleri var insanların: Yeşil.

Marmaray, hızlı tren, yeni havaalanı, yeni köprü, yeni üniversiteler, yeni statlar, mahalle aralarındaki olimpik yüzme havuzları, yeni tiyatro sahneleri, metrolar, yollar, tüneller, otoyollar, ek barajlar, yeni adliye sarayları, Boğaz’ın altındaki tüp geçitler, dev şehir hastaneleri, kanser tarama merkezleri, yeni tersaneler, yeni limanlar, dar gelirli aileler için yeni konutlar, geri dönüşüm tesisleri ile bugünkü İstanbul, benim doğduğum günlerdeki İstanbulluların “hayallerinin” de imkânlarının da çok ötesinde duruyor.

Benim doğduğum İstanbul’da Sultan II. Abdülhamid Han’ın ‘imparatorluk’ vasfıyla yaptırdığı tünel ve “tek hat” raylı sistem dışında ne başka yeraltı ulaşım vardı ne de tüp geçit. Yaya üst geçitleri törenler ile açılan İstanbul’dan, üst geçitlerine asansör ve yürüyen merdivenler ile çıkılan İstanbul’a ulaştık.

Z kuşağı artık yapay zekâ ve robotları konuşuyor. Dönüşen şartların, gelişen teknolojinin ve dünyanın değişimini takip eden 2,5 milyon genç seçmen var. Bugünkü mesleklerin hiçbiri, 25 yıl sonra olmayacak. Gençler, sürücüsüz araba deneyimi peşinde giderken, drone’ların güvenlik tehdidi üzerine tartışılırken; dünyaya ayak uydurma, dünyayla baş etme telaşı içinde israftan bahsetmek sakil duruyor.