İsrail’in 7 Ekim 2023’ten sonra Gazze’ye yönelik başlattığı saldırılarda bir yıl geride kaldı. Bu bir yıl içerisinde İsrail’in karnesine; cinayetlerin, işkencelerin, katliamların, savaş suçlarının ve soykırım suçlarının yazıldığını gördük.
Gazze’deki bu kara yılın sonuna doğru gözünü kuzeye yani Hizbullah’a ve dolayısıyla Lübnan’a çeviren İsrail, her ne kadar “sınırlı, yerel ve belirli hedefler” için bir kara operasyonu başlatacağını duyurmuş olsa da sahadan gelen haberler İsrail’in niyetinin sınırlı bir operasyondan ziyade kısmen veya tamamen Lübnan’ın işgal edilmesi olduğunu göstermektedir.
Daha vahim olanı ise İsrail’in Lübnan’dan sonra durmasının beklenmemesi ve muhtemelen gözünü Suriye’ye çevirecek olmasıdır. Kaldı ki İsrail uzun zamandan beridir Suriye’ye yönelik hava saldırıları da düzenlemektedir.
İsrail’in Gazze ile başlayan ve yavaş yavaş tüm bölgeye yayılan saldırıları bölge ülkelerinin hepsini tedirgin ederken Türkiye’deki bir kesimin ise İsrail’in saldırganlığından rahatsız olmadığını; aksine İsrail’in Türkiye için bir tehdit oluşturmadığı şeklindeki görüşlerini hayretle ve dehşetle izlemekteyim.
Bu nedenle İsrail’in zaten uzun süreden beridir Türkiye için bir tehdit kaynağı olduğunu ve mutlaka tedbir alınması gerektiğini, sebep ve sonuçlarıyla açıklamaya çalışacağım.
Vadedilmiş topraklar mevzusu
İsrail’de şimdiye kadar sınırlı sayıda ve marjinal bir kesimin dillendirdiği vadedilmiş topraklar inancı, özellikle 7 Ekim’den sonra daha görünür olmaya ve görece geniş kitleler tarafından da dillendirilmeye başlanmıştır. Meselenin Türkiye için sorun olan kısmı ise Tanrı tarafından kendilerine vadedildiğini ileri sürdükleri Kızıldeniz’den Fırat’a kadar olan bölgenin içerisinde Türkiye’nin topraklarının da yer alıyor olmasıdır.
İsrail’in mevcut nüfusunun ve askerî kapasitesinin böyle genişlikteki bir toprak parçasını ele geçirmeye ve kontrol etmeye yetmeyeceği değerlendirilse bile, İsrail’in şimdiye kadar takip etmiş olduğu irrasyonel politikalar, bundan sonra bu iddiadan vazgeçeğine inanmamız için yeterli değildir. Dolayısıyla bu konuda hazırlıklı olmak ve İsrail’in müttefikleriyle birlikte bölgede herhangi bir harita değişikliğine yol açmasını engellemek gerekmektedir.
İsrail’in Kürt kartı ve PKK/PYD ile ilişkisi
İsrail’in kuruluşunun akabinde bölgede kalıcı olabilmek için geliştirdiği çevre doktrini kapsamında irtibat kurduğu halklardan birisi de Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürtler olmuştur. Bu bağlantı Saddam’ın güvenlik politikaları nedeniyle kesilmiş olsa da ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesinden sonra yeniden temas sağlanmış ve bölgenin özerkleşmesi konusunda İsrail’in önemli katkıları olmuştur. Hatta 2017’de yapılan bağımsızlık referandumunun tek destekçisi de İsrail olmuştur. Ama Türkiye ile birlikte Irak ve İran’ın kararlı duruşu İsrail’in planını bozmuş ve bağımsızlık referandumu herhangi bir sonuç üretememiştir.
Bölgede yaşanan Arap Baharı kaynaklı olaylar ve akabinde peydahlanan DEAŞ terör örgütünün bertaraf edilebilmesi için ABD’nin yeniden bölgeye dönmesi ve DEAŞ’ı yenmek için PKK/PYD terör örgütüyle iş birliği yapmasının ardında da İsrail’in telkinlerinin olduğu bilinmektedir.
Kaldı ki ABD’nin sözde DEAŞ ile mücadele kapsamında PKK/PYD terör örgütüne binlerce ton silah vermesinin, DEAŞ’ın yenilmesinden sonra bu toprakların terör örgütüne verilmesinin ve terör örgütünün alan hâkimiyeti sağladığı bu sözde kantonların birleştirilerek Türkiye’nin güneyinde bir terör devleti kurulmak
istenmesinin arkasında da bölgede ikinci bir İsrail oluşturma gayreti olduğu bilinmektedir. Zira Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine gerçekleştirdiği operasyonlarla bu planı bozması sonrası İsrail medyası “altı yıllık plan çöpe gitti” diye yazarak söz konusu projeyi deşifre etmiştir.
Görüldüğü üzere İsrail, Türkiye’nin güneyinde kendisine müzahir bir terör devleti kurulmasına çalışmaktadır. Türkiye’nin 40 yılı aşkın süredir PKK terör örgütüyle yaptığı mücadeleyi de göz önünde bulundurunca, İsrail’in son dönemde yaptığı hamlelerle bölgeyi yeniden istikrarsızlaştırıp terör örgütüne alan açmaya çalışmasının ne kadar hayati bir tehdit olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
ABD siyaseti üzerindeki etkisi
İsrail’in Türkiye ile ilişkileri iyiyken Yahudi lobisinin başta sözde Ermeni soykırımı iddiası olmak üzere Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin ABD’de savunulması hususunda etkin rol oynadığı bilinmektedir.
Ancak ilişkiler kötüleştikten sonra İsrail’in; önce Kongre ardından da ABD Başkanı seviyesinde sözde Ermeni soykırımının tanınması sürecinde rol oynadığı, Halkbank davası gibi konularda ABD’li yetkililere gerçek dışı bilgiler aktarıldığı ve yönlendirme yapıldığı, ABD’nin Türkiye’ye yönelik askerî ve ekonomik yaptırımlar uygulamasında rol oynadığı (özellikle Patriotların satışının engellenmesi ve CAATSA uygulanıp F-35 projesinden çıkarılması), Türkiye’nin ısrarlı taleplerine rağmen Fetullah Gülen’in iadesinin engellenmesini sağladığı, Türkiye’ye yönelik örtülü ambargo uygulanmasına sebep olduğu ve genel olarak Türkiye ile ABD ilişkilerinin bozulmasına çalıştığı bilinmektedir.
Yukarıda anlatılanlardan yola çıkarak İsrail’in doğrudan karşı karşıya gelmek yerine özellikle ABD üzerindeki etkisini kullanıp Türkiye’yi cezalandırmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Tüm bunları yapan bir ülkenin Türkiye’ye zarar vermek istemeyeceğine inanmak ne kadar mümkündür? Zira bunlar muhtemel bir sıcak çatışmanın hemen öncesinde yaşanacak cinsten olaylardır.
Doğu Akdeniz
İsrail’in Türkiye ile ilişkilerinin kesildiği dönemlerde yaptığı bir diğer hamle ise Türkiye’nin sorun yaşadığı diğer ülkelere yanaşmak ve bu ülkelerle Türkiye aleyhinde iş birlikleri geliştirmek olmuştur.
Bu kapsamda özellikle Mavi Marmara hadisesinden sonra Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile yakın ilişkiler tesis etmiş ve bu ülkelerdeki Türkiye karşıtlığından istifade ederek Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’taki hak ve menfaatlerine zarar verecek girişimlerde bulunmuştur. Bunların başında; ABD’nin Yunanistan ve GKRY’ye desteğinin artırılmasının sağlanması ve sözde Doğu Akdeniz’deki doğal gazın Avrupa’ya aktarılması maksadıyla boru hatlarının döşenmesini mümkün kılmak için Doğu Akdeniz Gaz Forumu adında bir birlik kurularak Türkiye’nin bu sürecin dışında tutulması olmuştur.
Sözde ekonomik gerekçelerle kurulan bu yapının aslında Türkiye karşıtı askerî ve siyasi bir blok olduğu daha sonraki itiraflardan anlaşılmıştır. Hatta forumu oluşturan ülkelerin istihbarat başkanlarının toplantısında dönemin Mossad şefi Yossi Cohen, “Türkiye’nin İsrail için İran’dan daha önemli bir tehdit olduğunu” söyleyerek Türkiye’ye bakışlarını göstermiştir.
İsrail’in bu hamlesine Libya ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması imzalayarak karşılık veren Türkiye, İsrail’in planlarını altüst etmiş ve Türkiye olmadan Doğu Akdeniz’de hiçbir adım atılamayacağını göstermiştir. Türkiye’nin bu hamlesi İsrail ile yeniden normalleşme sürecini başlatmış olsa da iki ülke arasındaki diğer anlaşmazlıklar normalleşmenin devamının getirilmesini sağlayamamıştır.
Türkiye’nin Hamas’a desteği
Türkiye ile İsrail arasındaki temel anlaşmazlık konusu İsrail’in Filistin politikası olsa da Türkiye’nin Hamas’ı bir terör örgütü olarak görmeyerek desteklemesi de İsrail için önemli bir sorun teşkil etmektedir. Hatta Türkiye’nin özellikle 7 Ekim’den sonra da Hamas’ı desteklemeye devam etmesini hazmedemeyen İsrail, kendi güvenliği için Hamas’ı ve onu destekleyen herkesi hedef alacağını açıklayarak aslında Türkiye’yi de hedef olarak gördüğünü ilan etmiştir. Hamas liderlerine yönelik suikast emrinin verilmesi ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkelerde bu suikastların işlenebileceğinin açıklanması da İsrail’in bu konudaki tavrının göstergesidir.
İsrail’in Türkiye için varoluşsal bir tehdit olan PKK/PYD’yi terör örgütü olarak görmezken Türkiye’den, Hamas’ı terör örgütü olarak kabul etmesini istemesinin Türkiye nezdinde hiçbir karşılığı yoktur.
Görüldüğü üzere Türkiye ile İsrail arasındaki meseleler gün geçtikçe artmakta ve iki ülkenin birbirlerinin çıkarlarına ve ulusal güvenliklerine zarar verdikleri yönündeki algı iyice kanıksanmaya başlamaktadır. Dolayısıyla bugün için doğrudan karşı karşıya gelmesi mümkün gözükmeyen iki ülkenin çok kısa bir süre içerisinde bir çatışmanın tarafı olabilecekleri anlaşılmaktadır.
İsrail’in kendisinden çok daha büyük ve güçlü olan Türkiye’ye saldırmayı aklından geçirmeyeceğini düşünenlerin, İsrail’in İran’a yönelik tehditlerini de gözden kaçırmamaları gerekmektedir. Özellikle hâlihazırdaki yöneticiler görev başındayken İsrail’den her türlü çılgınlığı beklemek izahtan varestedir.
Kaldı ki İsrail’in Türkiye’ye zarar vermesi için doğrudan saldırmasına da gerek yoktur. Zira yukarıda listelenen konularda olduğu gibi Türkiye’nin, hak ve menfaatlerine zarar vermesi muhtemel olan İsrail’e karşı tedbirli davranması en doğal hakkıdır.
Aksini düşünenlerin Orta Doğu’daki mevcut tabloya bir kere daha bakmalarını öneririm.