İslamofobi: Kavramsal tartışmalar ve küresel tanınırlık

İslamofobi: Kavramsal tartışmalar ve küresel tanınırlık
Abone Ol

Birleşmiş Milletler (BM), Türkiye, Malezya ve Pakistan’ın girişimleriyle 15 Mart’ı Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü olarak ilan etti. 

Her ne kadar "İslamofobi" kavramı akademik ve siyasi çevrelerde tartışılsa, farklı gerekçelerle reddedilip yerine alternatif terimler önerilse de artık yerleşmiş ve literatürde kabul görmüş bir terimdir. 

Günümüzde bu alanda farklı dillerde yayımlanmış yüzlerce kitap, binlerce akademik makale, yıllık raporlar ve hakemli dergiler bulunmaktadır. Ayrıca düzenli olarak sempozyumlar organize edilmekte ve bu kavram etrafında bir mücadele alanı şekillenmektedir. 

Dolayısıyla İslamofobi artık yalnızca akademik bir tartışma konusu olmaktan çıkıp küresel ölçekte mücadele edilen bir nefret suçu ve ırkçılık türü hâline gelmiştir. BM’nin bu konuyu resmen tanıması, uluslararası kuruluşlar nezdinde de İslamofobinin bir gerçeklik olarak kabul edildiğini göstermektedir.

Buna karşın, Avrupa Birliği (AB), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi gibi Batılı kuruluşlar bilinçli bir şekilde "İslamofobi" terimini kullanmaktan kaçınmakta, bunun yerine gayet bilinçli bir siyasi tercihle "Müslüman karşıtı nefret" veya "Müslüman karşıtı hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık" gibi daha softalternatif ifadeleri tercih etmektedir. Bu tutum, İslamofobinin işaret ettiği yapısal ve kurumsal ırkçılığın görmezden gelinmeye çalışıldığını açıkça göstermektedir.

İslamofobi terimi ilk kez 20. yüzyılın başlarında Fransız yazarlar tarafındankullanılmış olsa da kavramın ifade ettiği olgunun derin tarihsel kökleri bulunmaktadır. 

İslam’ın ortaya çıkışından itibaren karşılaştığı tepkiler, “Oryantalizm” geleneği ile inşa edilen düşman İslam algısı ve “Aydınlanma” süreciyle şekillenen pozitivist-sekülarist-emperyalist-ırkçı ideoloji, İslamofobinin temel dayanaklarını oluşturmuştur. 

Bu süreç, Batılılaşma ve sömürgecilik hareketleri yoluyla İslam dünyasına da taşınmışve Müslüman toplumlarda kendine yönelik bir Oryantalist bakış açısının gelişmesine, dolayısıyla Türkiye’de örneklerine çokça şahit olduğumuz yerli bir İslamofobi’nin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı sonrasındaİslam’ın bir siyasi aktör olarak tarih sahnesinden silindiği düşünülürken, Soğuk Savaş sonrası dönemde Batılı elitler yeni bir "öteki" arayışı içinde Müslümanları ve İslam dünyasını yeni bir düşman ve öteki olarak belirlemiştir. 

Sistemli ve kasıtlı bir şekilde inşa edilen bu düşman imajı, uluslararası düzeyde Müslümanları hedef alan politikaların meşrulaştırılmasında bir araç hâline gelmiştir. Sonuç olarak İslamofobi, Salman Sayyid’in ifadesiyle küresel düzenin grameri yahut benim ifademle temel ideolojisi hâline gelmiş ve Batı’nın kimliğini şekillendiren unsurlardan biri olmuştur. 

Bu tartışmalar, Soğuk Savaş sonrası dönemde İslamofobi çalışmalarının gelişimini hızlandırmış, konuyu inceleyen akademik alanın giderek kurumsallaşmasına zemin hazırlamıştır.

Soğuk Savaş sonrası dönemde İslamofobi araştırmaları, sosyal bilimlerde disiplinler arası bir çalışma alanı olarak gelişmiştir. Bu durum, İslamofobinin farklı akademik çerçevelerde ele alınmasına ve çeşitli teorik yaklaşımlar geliştirilmesine yol açmıştır. Bu çalışmalarda kavrama yönelik üç temel ekol öne çıkmaktadır:

Ön Yargı Araştırmaları Yaklaşımı: İslamofobiyi basit bir ön yargı veya temelsiz bir korku olarak ele alır. Ancak bu yaklaşım sıklıkla eleştirilmiştir. Türkiye’de İslamofobiye yönelik bazı eleştiriler ve komplo teorileri de genellikle bu tanıma dayanmaktadır.

Postkolonyal Irkçılık Çalışmaları Yaklaşımı: İslamofobiyi kültürel ırkçılık olarak değerlendirir ve İslamofobinin, Müslümanları etnik bir grup olarak kodlayan ve onları Batı dışı, tehdit unsuru olarak gösteren bir yapısal ırkçılık biçimi olduğunu savunur.

Dekolonyal Çalışmalar Yaklaşımı: İslamofobiyi, epistemik ırkçılık olarak ele alır ve Batı-merkezli bilgi üretiminin İslam’a ve Müslümanlara karşı inşa ettiği üstünlük söylemini eleştirir.

Genel olarak, İslamofobiye ilişkin teorik tartışmalarda, kavramın Müslüman karşıtı kültürel ırkçılık olduğu yönünde güçlü bir uzlaşı bulunmaktadır. Bu bağlamda, kavramın kendisi yerine, kavramın işaret ettiği olgunun nasıl tanımlandığının daha önemli olduğunu belirtmeliyiz. Yani kültürel Irkçılık olarak tanımlandığı takdirde İslamofobi kavramının kullanılmasında bir beis bulunmamaktadır.