“İslam Medeniyetinin Sadık Muhafızı MÂLİK BİN NEBΔ adıyla Çıra Genç Yayınları arasından çıkan kitabımızı, birkaç paragrafını iktibas ederek sizlere tanıtmak istiyorum. Sorunların zemininde ‘sömürülebilirlik’ olgusunun bulunduğunu tespit eden Bin Nebî, insanların kendilerini sömürgeleşmeye mahkûm eden aşağılayıcı iç faktörden kurtulduğu zaman dış faktörden de kurtulmuş olacağına dikkat çeker. Toplumsal dönüşüm için önce kişilerin düşüncelerinde değişimin gerektiğine vurgu yapan Bin Nebî, Batı’nın ayak izlerini takip etmenin ve çözüm için onların modelini taklit etmenin yanıltıcı olduğunu belirtir. İslam medeniyetinin yılmaz savunucusu büyük mütefekkir Bin Nebî hakkındaki bu kitap, üstadın fikir dünyasını daha yakından tanımaya ve hazine değerindeki tahlil ve tekliflerinden hakkıyla yararlanmaya hizmet etmeyi hedefliyor.
Mâlik Bin Nebî’yi Cevdet Said’den dinlemek
Yaşayan en kıdemli temsilcisi olan Cevdet Said’i 2017 Ağustos’unda Beykoz’daki fakirhanesinde ziyaret edip Mâlik Bin Nebî (Cezayir, 28 Ocak 1905-31 Ekim 1973) hakkında bir kitap hazırladığımı söyleyerek takdim sadedinde kendisinden bir katkı talep ettiğimde, öncelikle bazı hatıratını anlattı, ardından yazılı bir metin gönderdi. Öncelikle hatıratına ilişkin kısmı özetle aktaralım:
“Mısır’da okurken, henüz fakülteyi bitirip ayrılmadan Lübnanlı bir arkadaşım bana Mâlik Bin Nebî’nin Şurûtu’n-Nahda isimli eserinden bir nüsha getirmişti…
Fransa’dan sıkılıp Hulvan’a yerleşen Mâlik, kitaplarını orada yazmaya devam ediyordu. Bu haberi aldığımda Kahire’den Hulvan’a gidip Mâlik’i ziyaret ettim. Beni onunla Av. Ömer Miskâvi tanıştırmıştı.
Fransızcası iyi mütercimler Mâlik’in kitaplarını Arapçaya çevirmeye başlamışlardı. Biz de Arapçaya çevrilip basılan bu eserleri okumaya başlamıştık. Mesela, kız kardeşimle birlikte Fikratu’l- İfrîkıyyeti’l- Âsyeviyye kitabını satır satır ders işler gibi okumuştuk. Beşeriyetin yeryüzüne dağılışını o kitap sayesinde öğrenmiştim. Kitap insanlık tarihine kuvvetli bir ışık tutuyordu. İnsanların ten rengiyle değil ilim dereceleriyle diğerlerinden üstün olabileceklerini bu okumalardan sonra daha derin öğrendim…
Hacdan dönerken Mâlik, hanımıyla birlikte Şam’a uğramıştı. Evime davet edip kendisine Hattâ Yuğayyirû mâ bi Enfusihim isimli kitabımdan bir bölüm okumuştum. El yazısıyla, ‘Hatt-ı Meğâribe’ tarzında, önce Fransızca bir takdim yazmıştı, bu takdimi yine kendisi Arapçaya çevirip yazmıştı. Her iki yazı suretini de kitabımın giriş kısmına koymuştum…
1973’te vefat ettiğini ben hapisteyken öğrendim. Tedavi için Fransa’ya gitmiş ama deva bulamamış. Daha sonra mezarını ziyaret ettim Cezayir’de…” (s.11-12).
Şimdi, İslam âleminin yaşayan en büyük düşünürlerinden Cevdet Said’in, üstadı Mâlik Bin Nebî için hazırladığımız bu kitaba takdim sadedinde bana gönderdiği yazısından bir bölüm okuyalım:
Mâlik Bin Nebî’nin özgün fikirlerini kavrayabilmek
“Geçen yüzyılda, ellili yılların ortasında Şurûtu’n-Nahda (Yenidendoğuşun Şartları) isimli eserini okuyarak Mâlik Bin Nebî’nin fikirleriyle tanıştığımda, onun özellikle “sömürüye elverişli olma durumu”nu ifade eden el-qâbiliyye li’l-isti’mâr (sömürülebilirlik) kavramsallaştırmasıyla karşılaştığımda entelektüel şoka uğramıştım. Bu kavram hakikaten çarpıcıydı, çünkü olayları/ dünyada olup bitenleri anlamak için aykırı bir yorum içermekteydi.
O tarihlerde İslam âlemi olarak anti-sömürgecilik ve sömürgecilere karşı nefret duyguları içinde yüzüyorduk. Maruz kaldığımız tüm musibetleri onlara fatura ediyorduk. Bu adam çıktı ve sorunlarımıza yeni bir tasavvurla yaklaştı, bu yeni yaklaşımına da “el-qâbiliyye li’l-isti’mâr” adını koydu. Sorunlara yaklaşım tarzı ve üslubu kelimenin tam anlamıyla “yeni” olmakla birlikte, Kur’an ile sıkı irtibatım sebebiyle bu kavramı hiç yadırgamamıştım.
Benim bu karşılaşmadaki durumum aynen Celaleddin Rûmî’nin Şemseddin Tebrîzî ile karşılaşması gibi oldu. Zira o da ilk karşılaşmalarında Rûmî’nin düşüncelerinde derin bir değişime yol açmıştı. Nitekim Rûmî bu durumu şu şekilde ifade etmişti: Bu ateş eski yazılarımızı yakıp kavurdu!
Mâlik Bin Nebî’nin gerçekleştirdiği bu fikir inkılabının tezahürleri kısa zamanda alanda görülmeye başlandı. Zaman geçtikçe kıymeti ve kudreti daha iyi anlaşılan bu yeni fikri eleştirenler olduğu gibi savunan kalemler de oldu. Bin Nebî daha o zaman soyut fikirlerden ve kişilere bağlı fikirlerden söz ediyordu. Israrla fikirlerin sahiplerinden soyutlanmasını istiyordu. İnsanın, kendisi buna bizzat boyun eğmedikçe/ benimseyip içselleştirmedikçe düşmanın gücüyle asla zelil/hor duruma düşürülemeyeceğini ve sömürülemeyeceğini savunuyordu.” (s.13-14).
… Bütün bu derin düşünceler, insanın gücünün/ otoritesinin, yeryüzüne halife/yönetici olarak atandığının ispatıdır. Aynı şekilde, insan onlara teslim olmadığı sürece şer güçlerinin insan üzerinde gerçek bir otoritesi olmadığını da göstermektedir. Allah’ın kulları üzerinde güç ve otorite kurabilecek kimse yoktur, bilakis onlar kendilerine tâbi olanların üzerinde otorite kurarlar.[1]
Ben İkbal’in ve Mâlik’in fikirlerinden ziyadesiyle mutlu oluyorum. Ancak, onların fikirlerini beğenenler çok olsa da gerçekten bu fikirleri anlayanlar maalesef azınlıktadır. İkbal’in fikirlerini şatahat olarak görenler olduğu gibi Mâlik’in analizlerini de muğlak bulanlar mevcuttur. Ancak, Mâlik ile İkbal’in fikirleri artık âfak ve enfüs âyetleri (iç ve dış dünya gerçekleri) tarafından desteklenir olmuştur. Tarih alanında araştırma yapan uzmanların ortaya koyduğu sonuçlar ve yasalar da bu iki düşünürün fikirlerini doğrulamaktadır.
İnsanın yeryüzünde birçok alandaki geleceğine ilişkin projeksiyonlar Allah’ın vaatleriyle örtüşmektedir. Her gün farklı düşünürlerin ortaya koymuş olduğu ve sağlam adımlarla ilerleyen, yüce himmet sahibi, parlak ve gerçek fikirler göstermektedir ki; Allah Teâlâ’nın âdemoğluna üflemiş olduğu ruhi kudret sebebiyle insan zillete asla boyun eğmeyecektir… Allah zelil/ düşkün bir varlığı veli/vekil olarak yeryüzüne atamaz![2] Veli olarak atadığı birini de zelil etmez. Ona düşmanlık edeni de aziz (saygın ve güçlü) kılmaz…” (s.14-15).
İnsanın bilme/öğrenme ve yaratılmışlara boyun eğdirme/kendine hizmet ettirme gücünü, kuvvetini ve otoritesini elbette keşfedeceğiz. İşte o zaman bizi hiç kimse zelil duruma düşüremeyecektir! Ne sömürge düzeni ne de yeryüzünün diğer müstekbirleri/ kodamanları… Tevhidi yeniden keşfedeceğiz. İşte o zaman tüm evrenlerin Rabbi Allah dışında hiç kimse bize kendisine kulluk etmemizi dayatamayacaktır vesselam…” (s.19).
Müslümanlar’ın dünyadaki rolünü ve misyonunu idrak etmek
Cezayirli ünlü düşünür Mâlik Bin Nebî, 1972 yılında Suriye’nin başkenti Şam’da “20. yüzyılın son otuz yılında Müslümanların rolü ve misyonu” başlığı altında bir dizi konferans vermişti. Bu sunumlar aynı başlık altında kitaplaştırıldı. Batı kapitalizmi ve sosyalizmin dışında bir üçüncü yol ideolojisi arayışının temsilcilerinden biri olan Mâlik Bin Nebî’nin bu kitabında önemli bir döneme ışık tutulmaktadır. Düşünür neden yirminci yüzyılın son dönemini ele aldığını şu iki sebebe dayandırmaktadır:
Birincisi; bu yüzyılın insanlığın radikal değişimler gösterdiği bir yüzyıl olmasıdır. İkincisi ise; bu yüzyılın bilim, psikoloji, din ve ahlak alanında büyük değişimlerin yaşandığı ve insan hayatının özelliklerinin değiştiği bir yüzyıl olmasıdır. Kitapta üzerinde durulan konulardan bir diğeri de Washington ile Moskova’nın dünya üzerinde karar, güç, medeniyet ve bilim alanlarındaki iki ayrı güç ekseni oluşturmalarıdır (s.21).
Buradan hareketle Batı medeniyeti eleştirisine yönelen Bin Nebî, bu eserinde Batı’nın ruhunu nasıl kaybettiğini anlatmaktadır. Batı medeniyetinin ikliminde yetişen insanların problemleriyle medeniyetleri arasında ilişki kuran mütefekkir, problemlerin çözümü için çarpıcı tahliller ortaya koymaktadır. Batı, eserde ele alınan 20. yüzyılda edebiyat alanında varoluşçu yaklaşımlara, siyaset alanında kendi köklerine dönme girişimlerine, ekonomi alanında yeni sömürü arayışlarına yönelmeye devam etmektedir. Mâlik Bin Nebî tam bu noktada Müslümanların dünyaya nasıl bir mesajı olacağını ve nasıl bir rol üstleneceklerini sorgulamaktadır.
Dini, bütün ıslah ve uyanış faaliyetlerinin temeli olarak gören Mâlik Bin Nebî’ye göre günümüz Müslümanları Kur’an’ı anlamada hem fıtrî hem de ilmî zevki kaybettikleri için ondan gerektiği şekilde yararlanmaları mümkün olmamaktadır. Saf Sûresi’nin; “Elçisini bu Hidayet Rehberiyle, gerçek din ile gönderen Allah’tır. Allah’ı ikinci sıraya koyanlar (müşrikler) hoşlanmasa da Allah Rehberini; bu dini, bütün dinlerin üzerine çıkarmak için göndermiştir.” mealindeki ayeti (61:9) ışığında Müslümanlara yeni bir ideoloji haritası çizmeyi önerir. Bu haritada İslam’ın ve diğer dinlerin nerede ve nasıl duracağı üzerine önemli fikirler öne sürer. Düşünür, temel bir fikir olarak İslam medeniyetinin Kur’an’dan hareketle yeniden güçlendirilmesi gerektiğini savunur (s.22).
İslâm dünyasının vicdanı olabilmek
Bu haftaki yazımızı Mâlik Bin Nebî hakkında Türkiye’de ilk biyografi kitabını yazan (1998) İslam Hukuku doktoru Fatih Okumuş’un yeniden basılan eserinden iktibasla noktalayalım:
“Kahire’de kaldığı süre içinde Meadi Caddesi’ndeki evi paylaştıkları Fevzi Hasan ondan şöyle söz eder: “Onunla aynı evde kalırken onu iki halden birinde görürdüm: Ya ibadet halinde ya da düşünme ve yazma halinde. Odasının penceresi açıksa yazıyordur. Pencere kapalıysa Allah’ı anma ve ibadetle meşguldür. Mâlik, eğlence yerlerine gitmez, herhangi bir oyun oynamazdı. Sigarayı içmeyi de kendisine yasaklamıştı.” (es-Sahmeranî, s.20).
Bin Nebî’nin, kitaplarının yayın hakkını kendisine bıraktığı avukat Ömer Miskavi ise onun hakkında şunları söylemektedir: “Bin Nebî’nin görüşleri İslâm toplumunun fıkıh bilgisine yeni bir şey eklemez. Yahut ona, çağdaş medeniyet tecrübesinden süzülmüş bir bilgi sunmaz. Bin Nebî’nin görüşleri mevcut bilgi dağarcığını, insana ileriye yönelik adımlar attıracak eğitsel kavramlar olarak düzenler.” (Nazarât, s.26).
31 Ekim 1973’te Cezayir’deki evinde Rabbine kavuşan Mâlik Bin Nebî’nin mezar taşının dış yüzüne şu ibare yazılmıştır: “Sağlığında İslâm dünyasının vicdanı idi.”
Mâlik Bin Nebî medeniyeti “şeyler”in değil, fikirlerin inşa ettiğini; sömürgeciye küfretmenin değil, bilakis “sömürüye elverişlilik”ten kurtulmanın özgürlüğü mümkün kıldığını gördü ve gösterdi. O, “ölü fikirler”in öldürücü fikirlerden daha tehlikeli olduğu; sömürgecilerin usturuplu yöntemlerle sömürge aydınlarını satın aldığını, manipüle ettiğini veya susturduğunu; İslam dünyasındaki dikta rejimlerinin dinin özünden değil bozuk tarihî mirastan kaynaklandığını cesaretle haykırdı.
Mâlik Bin Nebî tarihi yapan, sadece Cezayir’i değil, İslam dünyasının dört bir yanında gören gözlerin önünü aydınlatan bir kahraman, bir öncü…” (Okumuş, 2018).
Yüksek düzeyde sorumluluk bilincine sahip, çağının tanığı, dava sahibi bir düşünür olarak Mâlik Bin Nebî’nin Müslümanlara rolünü hatırlatma çabasını bir ömür azim ve sebatla sürdürdüğüne biz de şahitlik ediyoruz. Bu iki kitap onun fikir dünyasını daha yakından tanımaya, pek kıymetli tahlil ve tekliflerinden daha iyi istifade etmeye medar olursa kendimizi bahtiyar addederiz.
Kaynaklar:
Fethi Güngör; İslam Medeniyetinin Sadık Muhafızı MÂLİK BİN NEBÎ, Çıra Genç Yay., İstanbul 2019, 112 s.
www.babil.com/malik-bin-nebi-kitabi-fethi-gungor, 11.05.2019.
Fatih Okumuş; Çağa İz Bırakan Önderler: MÂLİK BİN NEBÎ. İlke Yay., İstanbul 2008, 128 s. www.ilkeyayincilik.com/yayinlar.aspx?id=168&t=malik-bin-nebi, 12.12.2018.
İSLAM MEDENİYETİNİN SADIK MUHAFIZI MÂLİK BİN NEBÎ, CEVDET SAİD, ÖMER MİSKÂVİ, ES-SAHMERANÎ, CELALEDDİN RÛMÎ, ŞEMSEDDİN TEBRÎZÎ, FETHİ GÜNGÖR, FATİH OKUMUŞ, ÇIRA GENÇ YAYINLARI, ŞURÛTU’N-NAHDA, YENİDENDOĞUŞUN ŞARTLARI, SÖMÜRÜLEBİLİRLİK, EL-QÂBİLİYYE Lİ’L-İSTİ’MÂR, SÖMÜRÜYE ELVERİŞLİLİK, ANTİ-SÖMÜRGECİLİK, MÜSTEKBİRLER, ÖLÜ FİKİRLER, ÂFAK VE ENFÜS ÂYETLERİ, CEZAYİR, HULVAN, ŞAM,
[1] Bu cümle şu âyet-i kerimeden iktibas edilmiştir: “Kullarım üzerinde senin bir üstünlüğün (gücün, yetkin) yoktur. Rabbinin onlara vekil olması yeter.” (İsra 17:65). (FG).
[2] Bu ibare şu âyet-i kerimeden iktibas edilmiştir: “… Yetki kullanmada ortağı yoktur. İhtiyaçtan dolayı edindiği bir velisi de yoktur. O’nun büyüklüğünü iyi kavra. O’nu yücelttikçe yücelt.” (İsra 17:111). (FG).