“İslam Düşmanlığı” stratejisini doğru kavramalıyız. Müslüman konjonktürel pozisyon almaz. Yani günü birlik olmaz, olamaz. Adem Aleyhisselam ile kıyamet anını birlikte bir bütün kabul eden Müslüman için dünyanın en uzun ömürlü savaşı bile küçücük bir ayrıntıdır. Öyleyse bizim günü birlik herhangi bir beşeri meseleyi hayatın tanımı haline getirmemiz mümkün değildir. Müslüman’ın teklifi de, kırmızı çizgileri de kavgası da ve kavgasında uyacağı kuralları da sabittir. Geçmişi 1400 seneye dayanan ve kıyamete kadar devam edecek bir sabit.
Duruma göre hareket etmeyen, edemeyen Müslümanlar için “İslam düşmanlığı” ile mücadele bu zaman ve bu mekana ait değildir. Zaman içinde cephenin şiddeti ve mekanı değişebilir ama “İslam düşmanlığı” ilk insan, ilk Peygamber Adem Aleyhisselam zamanında başlamış kıyamete kadar devam edecek mücadelenin adıdır. İbrahim Aleyhisselam’a ya da İsa Aleyhisselam’a düşmanlık edenler kimlerse Asr-ı Saadet döneminde Allah Sevgilisi, iki cihan sultanı Âlemlere rahmet Peygamberimiz Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e düşmanlık edenler aynıydı bugünde aynı. Yöntemleri de aynıydı bugün de aynı. İblis de şuurlu ya da şuursuz olarak ona katılmış dünyanın başından beri İslam’a karşı savaşıyor ve aldığı mühlet gereği bu savaş kıyamete kadar sürecek. Hakikate dair elimizdeki ilk mutlak bu savaşın kıyamete kadarla devam edeceğidir. Savaşa devam edecekse eğer hiçbir kulun bu savaşın sonlandırıcısı olamayacağı için herkesin bu savaştaki yerini ta en başında doğru tanımlaması gerekir. Dün adı Nemrut, Firavun, Ebu Cehil, Ebrehe ya da bu gün adı İngiliz, Siyonist her kimse hepsi aynı insanlar ve aslında aynı şeytanın askerleri.
Bizim bu savaşa dair iki kritik noktaya dikkat etmemiz gerekiyor. Birincisi biz savaşın merkezinde duran, savaşı yöneten, savaşı yönlendiren ya da bitirecek olan değiliz. Savaşın kendisi bizzat dünyanın varlık felsefesi. Savaşı bitirmeye ve mutlak bir zafere odaklanmak bir insani en hafifi ifadesiyle Evanjelistlerle aynı noktaya taşır çünkü savaşı bitirmek demek dünyayı kökünden yok etmeye talip olmaktır.
Diğer bir nokta ise savaş sırasında düşmanın hedefini anlamaktır. Düşman, bütün parasını, bütün hayatını ve zamanını tek bir hedef için harcıyor; İslamsız dünya.
İslamsız dünya için de İslamsız Müslüman profili gerekir. Yayılmaya çalışan FETÖ fitnesi sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sızmaya çalışan bir hain çete değildir. Devlete sızma ve ihanet faaliyetleri Fetullah Gülen’in verdiği zararların en küçüğüdür. İslamsız dünya için de “İslamsız Müslüman” profili çalışmaları FETÖ’nün asıl işidir. Türkiye’den başlayarak ağlak, ezik ve sürekli kafire yaranmaya çalışan “Diyalogcu köleler” FETÖ’nün alnındaki asıl lekelerdir. Dünyanın başından beri aynı amaç için uğraşan İblis, Ekber Şah, Hasan Sabbah, ya da bugün sömürgecilerin yapmaya çalıştığı “Küresel Dünya” zıkkımları neyse Fetullah Gülen’inde yürüdüğü ve kendine alan tanımı yaparak gavuru arkasına aldığı stratejisi tam da budur. FETÖ ile savaşı doğru tanımlamalıyız, adını doğru koymalıyız. Bunu başarabilirsek, DAEŞ’in ne olduğu, İran’ın nerede durduğunu, Siyonizmin hedeflerini ve küreselciler denilen sömürgeci barbarların bütün bu bileşenleri nasıl organize ettiğini çorap söküğü gibi çözeriz. Güçlü devlet, hür bir Türkiye ve nihayetinde ümmetin selameti için herkesin ilk yapması ve ilk eğilmesi gereken acil konunun Ehli Sünnet müdafaası olduğunu görmemiz gerekiyor. Ehli Sünnet çalışmaları yeteri kadar olsaydı, FETÖ Müslümanların evlatlarını “Diyalogcu Kafir Kölesine” dönüştürebilir miydi? Ehli Sünnet çalışmaları yeteri kadar olsaydı, ne dediğini bilmeyen densizler, “Salavata ne gerek var canım, Adem’in de babası var ilk insan değil zaten” diye aklımızın içinden yıkıcı bir sel gibi geçebilir miydi? Ehli Sünnet müdaafası FETÖ, DAEŞ, PKK ya da yarın yerlerine gelecek her türden cehennem köpeği ile etkili ve kalıcı mücadelenin altın anahtarıdır.