İslam coğrafyasının mütefekkir şairi: Sezai Karakoç

Abone Ol

Aynı çağda yaşama onurunu yaşadığımız ve 1979 yılından itibaren Diriliş Yayınları’nın taşındığı her noktada fırsat buldukça ziyaret ettiğimiz Türk şiirinin en büyük mütefekkir şairi Sezai Karakoç’u ebediyet âlemine çekilişinin yıl dönümünde şükran ve minnetle anıyoruz. Bu hatırlayış öylesine bir hatırlayış değil; çünkü o, öylesine yaşamadı. Tevarüs ettiği ve emanet aldığı birikimi kalbinde ve zihin dünyasında yeniden inşa ederek, güncelleyerek, çağının sesine dönüştürerek büyük bir sorumlulukla yaşadığı çağa yeni bir dille yeniden söyledi. Ekim 1969 tarihli Diriliş dergisinde “İnsan, Allah’a inancını yenilemeli, tazelemelidir. Bir alışkanlık gibi değil. Bir töre gibi bile değil. Bir mirastır bu ama bir miras gibi de değil. Sanki, ilk ve son insan kendisiymiş gibi, Allah’a inancını tazelemelidir insan.” diyordu.

Mart 1966 tarihli Diriliş dergisinde “Ayasofya’nın Anlamı” başlıklı yazısında “Hristiyanların yanlış inançlarının tersine, çarmıha gerilen Hz. İsa değil, bu hâliyle çarmıha gerili olan Ayasofya’dır. Müslüman Ayasofya! Canlı ve diri insan çarmıha öldürülmek için çekilir. Canlı, diri ve müminler topluluğuyla kaynaşmış, alışverişte, yüzünden sıhhat akan bir caminin müze olması, onun çarmıha gerilmesi değil midir? Çarmıha çekilen insan birkaç saat orada kalır; can verdikten sonra indirilir. Ayasofya, çarmıha çekilerek öldürülmüş değildir. Daha kötü bir durumda; çarmıhtadır. Çarmıhta olma hâli sürdürülmektedir. Ayasofya ölü bile değildir. Öyle olsaydı eski günlerini anar, avunurduk. Ayasofya müzedir. Yani ölü bile değil de ölü şeylerin mahfazası, zarfı. Ayasofya, içinde ölü ve ölüm bile bulunmayan bir ölüm zarfı, ölüm kabuğu ve ölüm kabı durumundadır.” diye yazan merhum Karakoç; iç dinamikleri harekete geçirecek neslin yeniden inşası yolculuğunda yaslanacağı değerlere işaret ediyordu. Bu yazı yazıldıktan 54 yıl sonra Ayasofya yeniden Fetih Günü kimliğini kuşanırken bir metnin vakti geldiğinde nasıl da gazete, dergi ve/veya kitap sayfalarından ete kemiğe büründüğünün mesajını taşıyordu çağa.

Sezai Karakoç Müslümanca düşünüşün ve yeniden mümin oluşunun idraki ve şuurunda olan öncü isimlerdendi. 20. yüzyıl İslam düşünce dünyasının Türkiye coğrafyasında yaşayan nesli uyaran ve zihin dünyasını sistematize eden Diriliş kavramını ilk kez 1954 yılında kullanan Karakoç’un; Fransa işgalindeki Tunus ve Cezayir'deki bağımsızlık mücadelesini gündeme taşıyan "Bir Milletin Basübadelmevti" yazısının yer aldığı ilk dergi girişimi Yeni Ay, savcılığın talimatıyla toplatılsa da yazı daha sonra Diriliş’te yayınlanarak zihin dünyamızdaki yerini alacaktır.

Karakoç, kaleme aldığı şiir ve yazılarıyla Müslümanların gönül coğrafyasında Filistin, Kudüs, Afrika, Afganistan, İran, Eritre ve daha pek çok yerde yaşatılan zulüm ve haksızlıklara tepki veren öncü ve inşacı bir isimdi. Tunus ve Cezayir yazısından kısa bir süre sonra 1969'da Mescid-i Aksa’nın siyonistler tarafından yakılması üzerine, Diriliş Dergisi’nde “Ey Yahudi” başlıklı şiirini yayınlayacak ve Kudüs’ü Modern Türk edebiyatına taşıyan ilk isim olarak literatüre geçecektir (Şiir Gün Doğmadan ve diğer metinlerinde yer almaz). Karakoç, bu şiirinde Yahudilerin asırlardır insanlığın ruhunu yaktığını, tıpkı bunun gibi Mescid-i Aksa’yı yaktığını; ancak o yaktığı şeyin aslında Mescid-i Aksa’nın ruhunun taş, toprak ve ağaç biçimindeki işaretleri olabileceğini haykırır: “Nihayet Mescid-i Aksa'yı da yaktın ey Yahudi/ Asırlardır insanlığın ruhunu yaktığın gibi ey Yahudi/ (...) Senin yaktığın Mescid-i Aksa’nın ruhu değil,/ Taş, toprak ve ağaçtan işaretidir ey Yahudi/ Ölüler gibi donmuş bizlere de/ (…) Belki Mescid'in ateşinden bir köz düşer de/ Buzlarımız çözülür ey Yahudi (…) Mescid-i Aksa’nın ruhu yakılmaz/ Yakılan ancak taş ve topraktır/ Sen asıl kendini yaktın ey Yahudi/ Sen ancak kendi ruhunu ateşe attın/ Cehennemleştirdin kendini ey Yahudi/ (…) Kudüs'ü aldıktan sonra/ Gazze’de yapmadığın işkence kalmadıktan sonra/ Demek Mescid-i Aksa’yı da yaktın ey Yahudi (...) Sen Süleyman Peygamberin ruhunu incittin ey Yahudi/ Davut Peygamberin ruhunu sarstın ey Yahudi/ Zebur’a ihanet ettin ey Yahudi/ Tevrat’ın ve Zebur’un/ Musa’nın Davut’un Süleyman’ın/ Ve bütün kitapların ve bütün peygamberlerin/ Gelmesini bekledikleri/ Geleceğini haber verdikleri/ Ve bütün kitapların ve bütün peygamberlerin/ Evrene, insana, yere, göğe ışık saçan/ Büyük Peygamberin ayak bastığı yere (...) İhanet ettin, aklınca hakaret ettin ey Yahudi(Diriliş 1 Ekim 1969).

Sezai Karakoç, yaşadığı çağı en gerçekçi boyutlarıyla kavrayan ve inandığı sabitelere sadık kalıp yorumlayarak çağ insanına söyleyen bir sesti. Müslüman dünyanın acıları, sevinç ve kederleriyle yazı ve metinlerinde yeniden canlanıp inanmış insanların kalplerini tutuşturacak boyutlarda bir söyleyişti her söylediği. “Neden ağladın bu gece / Ve dün gece/ Ve neden ağladın evvelki gece/ Neden söyle/ Sabah yıldızı Bırak Beyrut'a ben ağlayayım/ Altmış bin ölü verdi/ Daha dün Kardeş kardeşe/ Ve Irak'ın ve İran'ın/ Canım şehirlerine ağlayayım/ Ölen kadınlarına ve çocuklarına ağlayayım/ Avrupa'dan, Rusya'dan, Amerika'dan/ Kan pahasına alınmış/ Ölüm kusan silâhlarla” (G. D.:642). (..) “Bırak ben ağlayayım/ Esir pazarında satılan Afganistan'a/ Açlıktan milyonları kırılan Afrika'ya/ Filipinler'e/ Habeşistan'a, Eritre'ye, Filistin'e/ Esaret prangasıyla kıvranan/ Kafkaslar, Azerbaycan, Türkistan'a/ Bütün milletlere ülkelere/ Irmaklar gibi ben ağlayayım” (G. D.:644).

Çağımıza sahici tanıklık eden, medeniyetimizin gelecek nesiller için onurlu bir sütun olarak kalması için sözünü, hecesini, kelimesini altın tuğladan üretip Ehram’ın en tepe yerine, Bâbil Asma Bahçeleri’nin en mahrem noktasına, Efes Kütüphanesi’ne, Zeus Altarı’na, “Ayasofya’nın kubbeler Şelalesi”ne, Diyarbakır Surları’na, Dicle’ye, Fırat’a, Tâc Mahal’a, Kudüs’e, Bağdat’a, Medine’de Muhacir Evi Mescid’e, Mekke’de İnanmışların kıblegâhına, insanlığın ortak arınma kenti Kudüs’e, Battal Gazi’nin Roma’nın üzerine yıktığı Malatya Surları’na, Kız Kulesi’ne, Alaeddin Tepesi’ne, dinlerin ve kültürlerin kavşak noktası Mardin’e, Mevlâna Dergâhı’na, Üsküdar’da Şemsi Paşa’ya, Şehzadebaşı’na, Süleymaniye’ye, Sultan Ahmed’e, Selimiye’ye koyan ve koyduğu kelîm tuğlasıyla farklılık şelalelerinde insanlığı arınmaya çağıran Sezai Karakoç bilinciyle çağa tanık olmak gerek ki ona olan minnet borcumuzu ödeyebilelim. Rahmet ve dua ile.