Kişilik bozukluğu olan insanlarda yürütülen ilk tetkik bilinçaltına inmedir. Hangi davranışın neden yapıldığı sorunlu davranışa sebep olan şeylerin neler olabileceği hususunda dikkatle durulurken ilk bakılan yer bilinçaltıdır. Genellikle de bu yol başarılı bir durum tespiti ortaya koyar. Malumdur ki erken ve doğru teşhis hayat kurtarır.
Devletlerin kişilik bozukluklarında da tarihi süreçlerine bakmak gereklidir. Hiçbir devleti ve toplumu geçmişinden koparamazsınız. Bir gecede alfabesini değiştirebilir tüm alimlerini yeni alfabenin cahili yapabilirsiniz. Bir gecede bir darbe ile yönetim şeklini değiştirip cuntacı diktatör bir yönetim meydana getirebilirsiniz. Ancak tarihi öğrenilmişlikler ve etkilenmeleri toplumların zihinlerinden söküp atmak öyle kolay bir iş değildir. Bu bağlamda her toplumun kendine has doğru ya da yanlış öğrenilmişlikleri vardır. Eski toplumlardan birisi olan İran’ın da bu konudaki bir dizine yanlış öğrenilmişlikleri veya yönelmişlikleri mevcuttur.
İran kişilik bozukluğu olan şizofrenik özelliklere sahip bir devlet olması yönüyle tarihi sürecindeki kimi düşman bildiyse onlar günümüzde de dost görememişlerdir.
Mezheplerini dinlerinin hatta ırklarının -kıyas kabil olmasa bile- önüne koymuşlar körü körüne bağlandıkları Şia’nın onlar için koruyucu özellik taşıdığı algısı hakim olmuştur.
Kimliklerine karşı tehdit olarak gördükleri Arap milliyetçiliğine ve Türk’ler üzerinden Sünnilik ya da Rasullullah sevgisine karşın bir cephe oluşturmak adına çıktıkları bu Şia mezhebini devletlerinin, yönetimlerinin ve hayatlarının ortasına yerleştirdiler. Hilafetin karşısında sözüm ona bir kimlik arayışına girerek kendilerine karantina alanı oluşturdular.
Bu safhadan önceki daha da ileri boyuttaki anlayışları ise kökeni Zerdüştlüğe dayanan iyilik tanrı’sı ve kötülük tanrı’sı gibi bir uydurma itikatlarıydı. Bu çerçevede her fırsatta sözde İsrail ve Yahudi karşıtlığı ortaya koyan tavırlarının ardında onlarla çok benzer bir inanış yatıyordu. Ayrıcalıklı ve özellikli millet olma safsatası. Kendilerini uydurdukları tanrılardan iyi olanın temsilcisi olarak görüyorlardı. Bu anlayışın günümüzle olan bağlantısı olarak da rehberin şu anki pozisyonunu görebiliriz. Rehberin her sözü bir din
buyruğudur. Bu ve benzeri çoğaltılabilecek yanlışların günümüz siyasetinde de etkisi yadsınamazdı.
Son günlerdeki Suudi Arabistan’la açık Türkiye ile gizliden mücadelesini daha iyi anlamak ve anlamlandırmak için İran’ın geçmişine, toplumsal bilinçaltına ve öğrenilmişliklerine bakmamız gerekir. Mezkur tarihi bilgi parçacıklarından anlaşılacağı üzere kendisini ayrıcalıklı bir millet olarak gören İran’ın ortaya koyduğu siyaset hem Araplar ile hem de Türkler ile asla bir araya gelemeyeceği teşhisini ortaya koyuyordu. Doğru ve zamanında teşhis hayat kurtarır demiş miydik? Allah’a emanet olun!