Mevcut durumda istenen en uygun çözüm; İran’ı özelde Suriye’den genelde ise tüm Arap coğrafyasından askerî yöntemlere başvurmadan uzaklaştırabilmektir. Bu da tek bir programla mümkün olabilir, başka da yolu yoktur.
Yapılması gereken; İran’ı başarıya ulaştıran ve Arap coğrafyasını yakmasına hizmet eden siyasi programı açığa düşürmektir. “Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm!” sloganlarının ve ihdas ettiği “Dünya Kudüs Günü” vb. propagandalarla Kudüs’ü kurtarma fikrinin yalandan ibaret olduğunu ortaya koymaktır. 1979 yılından itibaren İran’ın terviç ettiği ve İslam dünyasının dört bir yanında Kudüs ve Filistin ile dayanışma gösterileriyle desteklenen propagandaların iç yüzünü açığa çıkarmaktır.
İran’ın projesini ilk fark eden önceki Filistin Lideri Yasir Arafat (Ebu Ammar) olmuştu. Bu yüzden o, İran güçlerinin Lübnan’a sokulmasına karşı çıkmıştı. Oysa İran bu güçleri “Filistin’i kurtarma” gerekçesiyle bölgeye göndermek istemişti. İran’ı medya organları üzerinden Ebu Ammar’a saldırmaya iten sebep işte buydu.
1985 yılından sonra ortaya çıkan Filistin İslami Hareketi, neredeyse bütün kollarıyla İran’ın propaganda tuzağına düşmüş ve İran desteğini kabul etme konusunda uyumlu davranmışlardı. Gerçi söz konusu destek o zamanlar çok sınırlı idi. Buna rağmen İran, iç ve dış medya organlarını etkin şekilde kullanarak savaş yılları boyunca Irak’ta işlediği ihlalleri “Filistin’i destekleme” propagandasıyla kapatmayı bilmişti.
Filistin İslami Hareketi gruplarının İran’ın gölgesine sığınmak zorunda kalmasının bir sebebi de Arap devletlerinin Filistin halkına destek olmamasıydı. Bu durum Arap coğrafyasında İran’a karşı takdir ve hürmet duygularının gelişmesine yol açmıştı. Böyle bir atmosferde İran’dan kabul edilen hediye kabilindeki bu destekler maalesef bugün Suriye, Irak ve Yemen’de kan göllerinin oluşmasına yol açtı!
Geçtiğimiz Mayıs ayında İran, Filistin İslami Cihad Hareketi liderini davet ederek Hareket’e desteklerini sürdüreceklerini taahhüt etti. Davet son derece kritik bir dönemde gerçekleşmişti. Zira, İran o sıralarda Kastillo yolundan Halep’i kuşatmaya hazırlanıyordu. Daha dün, katliam devam ederken İran aynı lideri bir daha görüşmeye çağırdı! Her iki ziyaret süresince İran tüm medya organlarını başka haberlerle meşgul etmeyi başardı. Maksadı; kamuoyunu aldatarak Suriye’de savaşı mezhep çıkarları için değil Filistin’in menfaatleri için sürdürdüğü imajını oluşturmaktı.
Evet, İran “Filistin” adını kullanarak İslam dünyasını ateşe vermeyi başarmıştır. Arap toplumunda bölünmelere yol açmaya da muvaffak olmuştur. Öyle ki, Esed’in suçlarını aklamaya ve bunun zorunlu olarak yaşanması gereken bir süreç olduğunu anlatmaya çalışan din adamları, yazarlar ve düşünürler mevcut bugün. Bu aydınlar İran’ın bölgemizin yeniden istikrar ve dengeye kavuşmasında önemli bir role sahip olduğunu da düşünmektedir. Bu yaklaşım belli bir kesime ya da siyasi bir akıma özgü de değildir. Dahası, Suriye rejimine karşı olduğunu ilan etmekle birlikte gizlice onu destekleyen Arap devletleri bile mevcuttur!
DAİŞ’in bölgemizde etkili olması ve yer yer zaferler elde etmesi de İran’ın bölgede etkinliğini artıran bir başka unsurdur. Zira, çirkin katliamları dünyaca malum bu örgütten insanları kurtarma gerekçesi İran açısından elverişli bir durum oluşturmaktadır.
Şu pek mühim meseleyi çok iyi idrak etmek durumundayız: İran’ı bölgeden savaşsız yöntemlerle çıkarmak herkesin çıkarına olan bir durumdur. Çünkü; bizzat İran tarafından desteklenen bazı aşırılık yanlısı kişilerin Türkiye ile İran arasında bir çatışma çıkarmak için girişimlerde bulunması sürpriz değildir. Bu kişiler Türkiye’nin Suriye’ye girmesini bahane ederek çatışmanın fitilini ateşlemek isteyeceklerdir. Oysa bizim her daim gözetmemiz gereken hedefimiz; kan akmasına mâni olmak olmalıdır.
Yazının gelecek hafta yayımlanacak ikinci kısmında İran’ın bölgeden nasıl uzaklaştırılacağına ilişkin somut öneriler ele alınacaktır.
Çeviri: Fethi Güngör