Dünya Tarihi asırlar boyunca yüzlerce göçe şahit olmuştur. Avrupalılar açısından oldukça önemli bir hafıza oluşturan “Kavimler Göçü” Avrupa merkezli tarih atlaslarının neredeyse tarihi başlattıkları nokta olarak görülür. İnsanlığın bir bilim olarak antropoloji ve etnoloji incelendiğinde tarih boyunca insanoğlunun yeryüzünde ulaşabildiği ve elverişli her karış toprak parçasında insan toplulukları yani koloniler kurmak üzere yer değiştirdiklerini; bazen dağları, bataklıkları, çölleri bile vatan edindiklerini (muvattın olduklarını) bize gösteriyor. Bu toprak parçaları bazen vatana çevrilmiş bazen de değişen şartlar, şartlar, büyük afetler, iklim değişiklikleri gibi zamanla kaybedilmiştir. Maya, Aztek, İnka, antik Mısır, Endülüs ve Altınordu devletlerinin bugün devamlarının olmaması örneklerindeki gibi…
Gerçekte bugün kendilerini yerleşik kavimler olarak adlandıran diğerlerini ise barbar veya göçebe kavimler olarak konumlandıran milletlerin geçmişleri de gerçekte büyük çaplı göçlere dayalıdır. Germenlerin ve Gotların göçü, daha sonra Akdeniz sahillerinde büyük insan topluluklarının oluşması sürekli göçlere dayalı olarak dünya siyasi haritasını değiştirmiş ve şekillendirmişti. Gerçekten de bugün dünya siyasi haritasına bakıldığında yerleşik milletler olarak tanımladığımız birçok halkın geçtiğimiz birkaç bin yıl öncesinde bugün oldukları yerlerde meskûn olmadıklarını görüyoruz. Mesela ABD halkı, Almanlar, Fransızlar, İngilizler, İspanyollar gibi…
İçinde yaşadığımız bu çağda da insan topluluklarının kütlevi hareketleri aslında devam ediyor veya zorla devam ettiriliyor. Birilerine yer açılırken diğerlerinin vatanları ellerinden alınıyor. Suriye ve Irak örneklerindeki gibi büyük savaşlar neticesinde bazen de Afrika’da olduğu gibi büyük kıtlık ve açlık baskısıyla belki de en azından bir kaç bin yıldır üzerinde yaşadıkları topraklardan göç etmek zorunda kaldıklarını görüyoruz. Kim bilir belki de önümüzdeki on yıllar, yükselen okyanus seviyesinin ülkesiz bırakacağı halkların veya temiz su kaynaklarına erişim ve paylaşım dolayısıyla yaşanacak kütlevi göçleri bizlere gösterecek…
Öyle ya da böyle, bu dramatik göçlerin ve bazen de Haçlı savaşları gibi savaşların milletlerin kaderlerinde önemli yer tutması yanında insanlığın düşünce tarihinde ve gelişmesinde ciddi etkileri olmuştur. Farklı kültürlerin buluşarak sentezlenmesi, bilginin bir bölgeye hapsolmadan bütün dünyada dolaşması gibi her yeni temasla insanlığa yeni kakılar sağlanmıştır.
Filozof, bilge ve vicdan sahibi insanların ve vahyin elçilerinin de içinde doğdukları toplum tarafından çoğu zaman tard edildikleri ve göçe mecbur bırakıldıkları bilinir. Hz. Âdem’den başlayarak Hz. Musa, Hz. Yunus, Hz. Yusuf, Hazreti Muhammed ilk akla gelenler. Sokrat sitenin inançlarına başkaldırmakla suçlanarak o dönem uygulanan iki yaygın yaptırım olan sürgün ve zehirlenerek idam edilme cezalarından ikincisine mahkûm edilmişti.
İnsanlığın binlerce yıl öncesine dönecek olursak:
Antropolojiye göre insanlığın Afrika’nın Doğu bölgelerinde ortaya çıkmasının hemen ardından insan topluluklarının Yemen ve Hicaz yakınındaki Asya toprakları üzerinden Mezopotamya’da iki Nehrin üzerinde “Bereketli Hilal” çevresinde, Mısırda Nil havzasında; daha sonraları ise Hint alt Kıtası’nda Ganj, Çin’de ise Sarı Irmak çevresinde yavaş yavaş buluştuğu ve kendi kültür havzalarını oluşturmaya başladıkları genel kabul gören makul bir tez.
Mesela Avrupa Kıtası bugün üzerinde yaşayan kavimlerden muhtemelen sadece Doğuda Baskların ve Batıda Arnavutların ataları olan küçük topluluklar dışında kimsenin yaşamadığı, büyük ölçüde boş bir toprak parçası idi. Avrupalılar bu sebeple geçmişlerine dair ipuçlarını Kıtada değil, özellikle dilbilim ve etnoloji üzerinden antik Anadolu halklarında, Kafkasya’da Osetlerde ve yerleşik Kafkas halklarında, Asya’da tarihi Tohar kavminde, kadim Hind’in Sanskrit dilinde aramaya devam ediyorlar.
İnsanoğlunun yerleşik düzene geçişinden ve büyük kültür havzalarında medeniyetler oluşturmasından binlerce yıl sonra insan türü ne yeryüzünü ne de birbirini rahat bırakıyor. Katliamlar, sürgünler, tehcirler gözlerimizin önünde bugün de cereyan ediyor. Hem de insanoğlunun teknolojik, sosyal, kültürel anlamda maddi birikiminde zirvede olduğu bir çağda. Sanki bütün bu gelişme araçları, insanoğlunun birbirine düşmanlığı ve katliamların daha kolay yapılması, göçlerin, demografik planlamaların ve eziyet verici nüfus hareketlerinin ustalıkla gizlenmesi için…
Göç ve göçmen politikaları konusunda dünyanın nasıl davrandığına ve nasıl olması gerektiğine girmeden önce geçmişten bugüne dünyadaki ve tarihimizdeki tabloya şöyle bir bakıp büyük resmi anlamaya çalışalım…
(Devam edecek…)