Sinemanın ne olduğuna dair soruların tamamının bir tek cevabı var; bilemiyoruz…
Evet, tam da böyle. Bilemiyoruz. Çünkü hala arıyoruz. Sanat için de benzer soru ve iz üzerinde gidebiliriz. Bu bilememe hali öylesine bereketli ki, alemin dört bir tarafından birbirinden farklı binlerce insan sinema yapıyor ve her birinin bambaşka sinema algısı ve tarifi var.
Tıpkı alemin kendisi gibi… Rengarenk, bambaşka, farklı ve hep birlikte var edilen bir hayat…
İşte bu bağlamda sinema, hayat gibi bir şey. Yani ne olduğunu biliyoruz. Zira yaşıyoruz, mu acaba?
Anlamsız sualler ve izsiz istikametler etrafında dolanıp duruyor gibi miyim? Belki de öyle, bilemiyorum. Fekat bence öyle değil, biliyorum. Bilmek ya da bilmemek, bütün mesele bu değil. Tek meselemiz soru işareti olmalı. Cevap vermenin peşinde koştuğumuz müddetçe esası ıskalayacağız. Cevabın peşinde koşmak ile cevap vermenin peşinde koşmak arasındaki farkın derinliği meselenin de özü. Arayış, düsturumuz. Cevabı zaman verecek.
Teoriyi uzatmak teorinin kendisine zarar veriyor. İşbu sebepten, son dönemin en çarpıcı somut örneklerinden olan Kalandar Soğuğu ile devam edeceğim. Mustafa Kara’nın son bir yıldır büyük ses getiren filmi bu hafta vizyona giriyor. Sinemamızın bu dönemine damga vuracağından emin olduğum film Karadeniz’de bir dağ köyünde geçiyor. Mehmet, dağlarda maden cevheri arar. Umutsuz bir arayıştır bu. Ailesi ve çevresi öyle düşünür en azından. Ancak kendisi umudunun peşinden gider. En yakınlarıyla ilişkisini zedeleyecek derecede tutku haline gelir bu arayış. Sonra bir haber alır ve hayatını değiştirecek süreç başlar. Artvin’de boğa güreşlerine katılacaktır. Bu da yeni ve farklı bir arayıştır. Mehmet’i sürekli arayışa iten sebepler ve sonrasında bulacağı cevap…
Kalandar Soğuğu, Mustafa Kara’nın kendi serüveninin bir ifadesi gibi.
Filmin kahramanı Mehmet’in, çocukluğunda tanıdığı ve kendisine gizemli gelen bir köylüsü olmasından mı? Elbette hayır.
Oyuncuların tamamına yakınının tanıdığı yakın çevresinden olmasından mı? Alakası yok.
Arayışın kendisi, Kara’nın filmine kattığı eşsiz ruhu ifade ediyor. Kalandar’ın soğuğu ya da İstanbul’un sıcağı. Dünyanın neresi, soru işaretinin hangi zerresi olduğunun pek bir önemi yok. Mesele, arayışın kendisi.
Mustafa Kara, hayata ve sinemaya bakışındaki bu zorlu süreci elbette film diline yansıtıyor. Zaten, forma etki etmeyen normun ne önemi olur ki! Arayışı şekillendirmeyecek soru işareti ve soru işaretini yönlendirmeyecek arayışın, öze dair karmaşayı derinleştireceği muhakkak.
Bir yönetmenin kamerayı yerleştirdiği yer, ışığı kullandığı miktar, oyuncuya yaklaşımı ve aldığı oyun ile film dilinin diğer bütün başlıkları, hayat ile ilişkisine dair ipucu verir. Mustafa Kara’nın hayata bakışındaki soru dolu istikamet, cevap arayışında enfes bir dile evriliyor. Çabalayan ama zorlamayan, cevap arayan ama cevap verme bilmişliğine düşmeyen, tebessüm eden ama kahkahadan uzak duran, duygusal ama hakiki bir dille izleyiciye de kendi duygusunu iletiyor.
Bu ülkede film yapmanın zorluklarını bilen bilir. Sadece maddi şartlar değil, toplumsal ve özel durumlar da sinemacının önündeki en ciddi merhalelerden sayılır. Bunları aşmayı beklemek, hayatı ertelemekten başka bir şeye yaramıyor.
O halde ne yapılmalı?
Kalandar Soğuğu ve Mustafa Kara’nın şahsi hikayesi bütün bu soruların cevabına doğru ışık tutuyor. Film yapmanın yöntemine dair cüretkar bir işin peşine düşen Kara, 5 yıla yakın bir sürede tamamladığı filmiyle çok şeyin cevabını veriyor. Filmin kendisi de bu formel soru-cevap ağının niteliğini ortaya seriyor.
Karadeniz’in zorlu şartlarının sinemanın şartlarına dair paralelliği, filmin kahramanı Mehmet’in hepimizin hayatına dokunan hikayesi ve sahiciliği, Kalandar Soğuğu’nun ve Mustafa Kara’nın sinemamıza önümüzdeki senelerde katacağı kıymete dair umudumuzu arttırıyor.
Çok az salonda vizyona girecek olan Kalandar Soğuğu’nu, bu ülkenin, yerliliğin, sinemanın, hakikatin ve hayatın izine dair arayışı olan herkesin izlemesi gerek.
Özellikle ve özellikle tavsiye ediyorum…