Yazar Alev Alatlı, geçen hafta düzenlenen 3. Milli Kültür Şurası’nda yaptığı konuşmada, “Türkiye’ye çok yakıştırdığım bir mottoyu burada söylemek istiyorum” dedi ve ekledi:
“Dünyanın iyiliği için Türkiye.”
Türkiye’nin güçlü ve kudretli olması sadece bölgemiz değil tüm dünya için her açıdan önemli.
Barış ve istikrar için olduğu kadar muhtaç insanlara daha çok yardım ulaşabilmesi için de bu gerekli.
Anadolu’dan çıkıp komşularımız Suriye ve Irak’taki mazlumlara, Gazze’de abluka altında yaşam mücadelesi veren Filistinlilere, Afrika’dan Latin Amerika’ya, dünyanın dört bir köşesine uzanan şefkat eline bakmak, bu mottonun ülkemize gerçekten yakıştığını görmek için yeterli.
Kuraklık, kıtlık ve savaşlar nedeniyle Doğu Afrika’da, Güney Sudan’da ve Yemen’de bugünlerde büyük bir felaket yaşanıyor.
Çocuklar, yiyecek bir lokma ekmek ve içecek bir yudum su bulamadıkları için ölüyor.
Türkiye’nin bu insani krize duyarsız kalması mümkün mü?
Elbette değil.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, Twitter’daki hesabında, Doğu Afrika ülkeleri Somali, Etiyopya, Kenya ve Güney Sudan ile birlikte Yemen’de büyük bir insani kriz riski bulunduğuna dikkat çekerek, “Türkiye olarak Doğu Afrika ve Yemen’de yardıma muhtaç kardeşlerimize yönelik bir yardım kampanyası başlatıyoruz. İnsanlığın #UmuduOl” dedi.
Ardından Kızılay’ın çağrısı üzerine sivil toplum kuruluşları “Yemen’in, Doğu Afrika’nın, Güney Sudan’ın Umudu Ol” sloganıyla ortak yardım kampanyası başlattı.
Hedef, toplanan insani yardımları havadan ve denizden koridor oluşturarak en kısa sürede söz konusu bölgelerdeki muhtaç insanlara ulaştırmak.
AFAD Başkan Yardımcısı Fatih Özer önceki günkü toplantıda şöyle söyledi:
“Yaklaşık 56 ülkeye biz de yardım ulaştırıyoruz. Bize ihtiyacı olan her ülkede olmaya çalışıyoruz. Oradaki manzarayı görünce gözyaşlarınıza hâkim olamıyorsunuz. İnsanların Türkiye’den çok büyük ümitleri var.”
Arap sokağını yakından takip etmeye çalışan bir gazeteci olarak o her geçen gün daha da büyüyen ümide ve Türkiye için yapılan dualara ben de şahidim.
Beklentilerin korunabilmesi ve hayal kırıklığına dönüşmemesi için her şeyden önce Türkiye’nin dimdik ayakta kalması, güvenliğinin ve istikrarının korunması gerekiyor.
Bu sağlamanın biraz da bizim elimizde olduğunu unutmamalıyız.
Arap Baharı, bölge halkları için diktatör rejimlerden kurtulup özgürce ve insanca yaşama ışığı yakmıştı.
O ışığı el birliğiyle ve türlü çeşitli oyunlarla söndürdüler.
Bugün açlığın pençesinde kıvranan Yemen de Arap Baharı devrimlerinden nasibini alan ve karşı devrimle kaosa sürüklenen ülkelerden biri.
Ali Abdullah Salih’in devrilmesinin ardından Yemen’de halk iradesini yansıtan gerçek anlamda demokratik bir yönetimin oluşmasından ve bu yönetimde Müslüman Kardeşler’in Yemen’deki siyasi partisi El Islah’ın söz sahibi olmasından korkan Körfez ülkeleri kirli bir oyun planladı.
Plan gereği ülkede küçük bir azınlığı teşkil eden ve İran tarafından desteklenen Husiler’in önü açıldı.
Devrik lider de bu planın bir parçasıydı ve Husiler’in ilerlemesi büyük ölçüde ona bağlı güçlerin yardımıyla gerçekleşiyordu.
Yemen’de devrim rüzgârı durduruldu.
Fakat ülkenin de canına okudular.
Normalde herhangi bir açlık yaşanmasını önleyecek doğal zenginliklere sahip Yemen’de ve Doğu Afrika’da sorunun kaynağı bitmek bilmeyen çatışmalar ve istikrarsızlık.
Yakılıp yıkılan bölgelerde yaşayan zavallı insanlara yardım ulaştırmak elbette gerekli.
Fakat daha da önemlisi yangınları söndürebilmek ve hatta hiç çıkmamasını sağlamak.
Kısacası, Türkiye’ye yönelik beklentiler ve ümitler sadece yardım kampanyalarıyla sınırlı değil.
Çok daha büyük…
Arap sokağını yakından takip etmeye çalışan bir gazeteci olarak o her geçen gün daha da büyüyen ümide ve Türkiye için yapılan dualara ben de şahidim…