İslam medeniyet tasavvurunun ana sütun mevzuu “insaniyet”tir. Çünkü insaniyet, “ahlak” demektir. Ahlaki insan zümresi ise meselelerin meselesidir.
İnsaniyet; cemiyet yani ümmet yapı taşında terkip ve inşa faaliyetinin temeldir. İnsaniyet yoksa “sürü” vardır ve yanlış mercilere mutlak itaati itiyat haline getirir. İnsaniyet, İslam’a muhatap olmanın ferdi terkibidir ki içtimai örgünün de reşit unsurudur. Bu nedenle bizim ilk yapı taşımız ahlaktır. Ahlak – İnsaniyet = Hayvani arzulardır.
*
İnsaniyetin esasta üç sütunu vardır;
1-Kalb-i selim
2-Zevk-i selim
3-Akl-ı selim
Bir fertte bu üç sütunun muhkem şekilde bulunması muhteşem bir insani şahsiyet oluşturur ki ahlakı muhkemleşmiş demektir. Ne var ki bu zamanda dünyada, bu üç sütunun bir insanda kamil manada bulunması bir tarafa, birinin dahi bir insanda bulunması büyük şahsiyetlik meydana getirir. İçine düştüğümüz bu derin kaos, insaniyet inşasında üç sütunun berrak şekilde bir insanda bulunmasını neredeyse imkansız hale getirmiştir. İlmi ve Fikri telakkimizi unutturdular ve unutturmaya devam ediyorlar, onu kuşanacak talim ve terbiye müesseselerimiz yıktılar ve var olanlarını da yıkmaya devam edecekler, kadim yaşantımıza ulaşmanın yolları dahi kesildi ve kesilmeye devam ediyor.
*
Kalp nasıl insanın merkezi ise, kalb-i selim de, idrak melekelerinin merkezidir. Kalb tasfiye edilmediğinde zevk-i selim ve akl-ı selimi kamil manada inşa etmek mümkün değildir. Çünkü her zerrenin ilk kıvılcımı kalptir. Kalbin tasfiyesindeki terakki, insanı ruha yaklaştırır.
İnsandaki nihai idrakin merkezi ruhtur, akıl ruha ne kadar yaklaşırsa, idraki de o derece artar. Hiçbir varlık, sıfır bilgi ile bilgi öğrenemez, üretemez, keşfedemez ve anlayamaz. Bu sebeple insan dünyaya “zihnine bahşedilmiş ilk bilgi” ile gelmektedir.
Kalb-i selim kazanıldığın da , “saf ruhi idrak” başlayacağı için, insan idrakin ufkuna ulaşır. İnsan, idrakin ufkuna ulaştığındandır ki, “HAKİKAT İLMİNE”, yani Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyyeye vukufiyeti zirveye çıkar. Kalb-i selime ulaşamamış veya kalbin kazanılmasın da nakıs kalmış Müslüman bir insan, şahsiyetini tamamlamamış demektir.
*
Kalbden iki şey çıkar, his ve tefekkür…
His, ruhun saf bilgisidir. Tefekkür ise hem ruhun bilgisi hem de akli bilgi dediğimiz bir akıştır. His saf ruhi bilgi olduğu için akılla anlaşılması zordur. Akl-ı selim inşa edilmişse, ruha yakınlığından dolayı, ruhi bilgileri idrakinden dolayı kazanır.
Akl-ı selim, hakikate ve hakikat bilgisine en yakın idrak melekesidir. Kalbden zuhur eden his ve tefekkür, nefsin tavassutu ile dış dünyaya çıkmaya başlarsa, zevk-i selim hasıl olmaz, akıl, akl-ı selim seviyesine çıkmaz. İnsan nefsiyle anlamaya, zevk almaya, yaşamaya başlar. Bu ihtimalde “zevk-i selim” değil, zevk-i sefil, akl-ı selim değil, pozitif akıl tezahür eder.
*
Kalb-i selim, Müslüman şahsiyetin ana kaynağıdır. Akl-ı selim, idrak melekesidir. Zevk-i selim, hayat kaynağıdır. Akl-ı selim ile hakikat ilmine vakıf olunur, zevk-i selim ile hakikatten zevk alınır. Hayat, idrak ve zevktir. İnsan ya nefsiyle zevk alır, ya ruhuyla zevk alır. Nefsiyle zevk alan insan nefsinin pençesinden kurtulamaz, pozitif akla sahip insan maddeden kurtulamaz.
Akl-ı selim tefekkür ve ilmin, zevk-i selim ise sanat ve maharetin kaynağıdır. Akl-ı selim yoksa İslami tefekkür yoktur, İslami ilimlerin tahsili kabil değildir, ancak kuru bilgi öğrenmekten ibaret kalır. Bilgi sahibi olmak insanı alim yapmaz, pozitif aklın faaliyetiyle insan mütefekkir olmaz, olamaz…