Şeyhül Ekber İbn-i Arabi Hazretleri kurduğu vahdeti vücut düşüncesiyle insana ve yaratılışa dair cevapsız soru bırakmamış, zahirden ziyade batınla ilgilenmiş, olan her şeyin arkasındaki hikmet perdesini gözler önüne sermiştir. Varlıktan bahsettiğimizde akla gelen soru ister istemez “varlık nasıl oldu, nasıl yaratıldı” sorusu olmaktadır. Bu soruya verebileceğimiz peşin cevap ise “Allah ol dedi, oldu” veya “Allah yoktan var etti” olacaktır. Elbette ki her şey Allah’ın ol demesine bağlıdır, O ol der ve o şey hemen oluverir.
Ancak ikinci kısım devreye girdiğinde, yoktan var etme mevzu bahis olduğunda İbn-i Arabi farklı bir pencere açar. Buna kavram olarak ayan-ı sabite denmektedir.
Kuran’da iki yüzden fazla geçen halk kelimesini İbn-i Arabi yaratma olarak değil de, takdir etme olarak tevil eder. Sübut ve vücut olmak üzere varlık ikiye ayrılır. Dış dünyada görülmeden önce, görüntü kazanmadan önce Allah’ın ilminde var olmasına sübut; dış dünyada görülmesine, görüntü kazanmasına ise vücut der. Eşya nereden geldi sorusuna “yokluk ve yokluğun yokluğundan meydana geldi” şeklinde bir cümle kullanan İbn-i Arabi; esas varlığın Allah olduğunu, varlığın arızi olamayacağını söyler ve Allah’tan başka varlık yoktur ona göre. Aynada kendinizi görseniz de, neticede aynada görünen bir görüntüdür, siz değilsinizdir, sizin tecellinizdir. Fotoğraf çekildiğinizde fotoğrafta görünen siz değilsinizdir, sizin bör görüntüye bürünmüş halinizdir.
Ayan-ı sabite; hakikat, mahiyet ve zat manasına gelir. Varlık başka, onun mahiyeti başkadır.
İbn-i Arabi’ye göre yaratıklar, eşya üç safha geçirmiştir. İlk aşamada eşya, yaratıklar birbirinden farklı olmaksızın ve birbirinden ayırt edilmeksizin Allah’ın ilminde külli bir varlık olarak bulunmaktaydı. Buna taayyüni evvel, yani vahdetteki ilk belirme denir. İkinci safha ayan-ı sabitedir; Allah’ın ilminde birbirinden ayrılmış, farklılaşmış haldedir. Buna taayyünisani denir. Üçüncü safha ayan-ı hariciyyedir; yaratıklar dış alemde zuhur etmiştir. Buna taayüni harici denir.
Yaratıklar ayan-ı sabitenin âlemdeki tecellisidir. Hakk’ın oluş vasfıyla zuhur etmesidir. Varlık Allah’tır; varlığının dışa taşmasıdır, görüntü kazanmasıdır. Varlığını Allah’a borçlu olan yaratıklar, kendi başlarına bir varlık kazanmadıkları için, bir tecelliden ibaret oldukları için, Allah’ın nuruyla oluş kazandıklarından ve Allah bu nuru çektiği an yok olmaya mahkûm olacaklarından “varlık” sahibi değillerdir. Varlık, Allah’a aittir.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus tecellinin Allah’ın isimleri ve sıfatları olmasıdır. Zat’ı bilinemez.
Neden bu düşünce oluştu? Çünkü İbn-i Arabi’ye göre yoktan var etme Allah’ın ilminin eksiksiz olmasına haşa engeldir. Allah’ın ilmi eksiksiz ise orada bir şeyin olmaması, “sonradan olması” mümkün değildir. Allah sınırsız bir ilme sahip ve Allah anda ise; Allah için “sonradan”, “yoktu var etti” gibi ibareler kullanılamaz.
Dolayısıyla emaneti yüklenen insan, sonradan var edilmemiştir. Hz. Musa Allah’ı görmek istediğinde Allah dağa tecelli etmiş, dağ paramparça olmuş; sonrasında ise Allah biz emaneti dağlara yükleseydik paramparça olurlardı, insana yükledik” buyurmuştur. Derin düşünenler için bunda hikmet vardır.
İnsan, kadimdir…