İnsani dramdan meşruiyet devşirmenin tarihi ya da Filistin davası

Abone Ol

Orta Doğu’nun modern tarihi, birilerinin insanlık dramı yaşamasının olduğu kadar birilerinin de bu dramlardan kendisine meşruiyet devşirmesinin tarihidir. Bu durumun en yoğun olarak yaşandığı yer ise İsrail işgali altındaki Filistin’dir. Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te bulunması, bu kenti ve çevresini Müslümanlar açısından ayrı bir duygusal konuma oturtmaktadır. Zira İsra Suresi'nin ilk ayetinde de “Mescid-i Aksa’nın çevresi mübarek kılınmıştır.”

Filistin’in bu makus tarihi, siyonist işgalin başladığı 1948 yılından itibaren başlamıştır. 1967’de yaşanan Arap-İsrail savaşının ardından Orta Doğu’daki Nasırcı ve solcu Baas Partisi diktatörlükleri, Filistin davasını sahiplenmiş ve Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) verdikleri destek üzerinden postallarının altında ezdikleri halklarına kendilerini Kudüs’ün yılmaz müdafileri olarak tanıtmıştır. Suriye’de 1967 savaşı sırasında hava kuvvetleri komutanı olan Hafız Esed, savaş sırasında işgal altındaki topraklar üzerinde birkaç Suriye uçağının uçması sonrası popülaritesini üst noktalara taşıdı. Esed, sürecin devamında yakın dostu Salah Cedid’i devirmiş ve Suriye’de hanedanlığını kurmuştur. Hafız Esed’in 70’ler boyunca sürdürdüğü ve 1982’deki Hama katliamı sırasında zirveye ulaşan diktatörlüğünü kurduğu ayaklardan biri de Filistin meselesidir. Suriye’de halk içinde en fazla korku uyandıran rejimin güvenlik birimlerinin başında istihbaratın “Filistin Şubesi” bulunmaktadır.

Yine Irak’ta bir başka Baasçı lider Saddam Hüseyin, hasbelkader Tel Aviv’e fırlattığı birkaç füzenin ekmeğini 2003 yılındaki ABD işgalinde kaybettiği iktidarı boyunca yemiştir. Saddam’ın başta 1988 yılındaki kimyasal Halepçe katliamı olmak üzere kendi halkına karşı yürüttüğü katliam projeleri hepimizin zihninde tazeliğini korumaktadır.

Mısır’da yine Nasyonel Sosyalizm’in Arap versiyonu olan Nasırcılığın isim babası olan 1952’deki Hür Subaylar darbesinin ardından ülkenin başına tebelleş olup 1970’de zelil bir şekilde bu dünyayı terk edene kadar Mısır’ı yöneten Cemal Abdunnasır’ın ülkeyi Sovyetler Birliği’nin uydusu yapış ve bununla da yetinmeyerek 1958’deki birlik projesiyle Suriye’de Baas Partisi’nin güç kazanmasına sebep olarak ülkenin bugünlere gelmesinde en büyük payın sahiplerinden biri olmuştur.

Filistin davası, 1982’de zirveye ulaşan Lübnan İç Savaşı ve ardından 1989’da Sovyetlerin dağılması ve ardından 1993’teki Oslo Anlaşması’na kadar solcu grupların ağırlığında ve çevredeki Baasçı diktatörlüklerin kontrolünde sürdürülmüştür. 1979’daki “İran İslam Devrimi” Filistin açısından da önemli bir kırılma yaşatsa da makus talihini değiştirememiştir.

Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan yıkılsın “direniş ekseni yaşasın!”

İran’da 1979’da mollaların devrimle ülkeyi ele geçirmesi, Humeyni’nin kurduğu mezhepçi rejimin yayılma projesinin de ilk taşını döşedi. Benzer tarihlerde, Filistin’de de İslami Hareket’in güç kazanmasıyla birlikte o dönem bu hareketler açısından “Orta Doğu’daki tek model devlet” konumundaki İran’ın Filistin meselesindeki ağırlığı artmıştır. 

İran ve beslediği mezhepçi Şii gruplar, 2006 yılında İsrail’in esir asker için Lübnan’da saldırarak 33 gün savaşının sonunda Hizbullah karşısında ilerleyiş sağlayamadan çekilmek zorunda kalmasıyla ilk olarak Lübnan’da güç kazandı. Yemen’de 90’ların başından beri beslenen ideolojik Şii Husi militanları destekleyen İran, özellikle 2011’deki Arap Baharı’nın ardından bölgeye vekil gruplarıyla müthiş bir şekilde yayıldı.

Irak’ta, ABD’nin hava desteğiyle terör örgütü DEAŞ’a karşı operasyon yürüterek Sünnilerin kalesi konumundaki Musul, Ramadi ve Felluce’yi yıkıp geçen Haşd-i Şabi, bugün Irak’ın en etkin grubu konumunda. Suriye’de, İran’ın Şam yakınlarındaki Seyyide Zeynep türbesini koruma bahanesiyle Suriye halkının üzerine sürdüğü Ebu’l Fadl Abbas, Zeynebiyyun, Fatımiyyun gibi milis gruplar, rejimi ayakta tutarken aynı anda içini boşaltarak damarlarında kan akmayan bir ceset halinde Şam’da tutuyor. Kendileri ise birçok şehirde kontrolü ellerinde tutuyor.

İran’a bağlı gruplar, Suriye ve Irak’ta bu kazanımlarını elde ederken özellikle Irak’taki Şii grupların nezdinde 2020’deki Basra-Bağdat isyanına kadar “Kudüs’e giden yol Bağdat, Şam ve Beyrut’tan geçer” sloganıyla meşruiyet sağladı. Bu sloganı bayraklaştıran Şii milis gruplar, Suriye halkının cesetleri üzerinde yürüyerek bugün Şam’ın üstündeki vasi güç konumunda işgal altındaki Golan Tepeleri’nde işgalci İsrail askerlerine taş atsalar başlarını yaracak kadar yakınlıktadır. Bu süreçte Halep, Humus ve Dera gibi Sünni Müslüman şehirleri acımadan yerle bir ettiler. Bunu yaparken de ülkelerini diktatörlük rejiminden kurtarmak isteyen Suriye halkını, İsrail’in de yer yer rejime yönelik düzenlediği halka hiçbir faydası olmayan hava bombardımanlarını da bahane göstererek “Siyonist uşakları” ilan ettiler.

Gelinen noktada, dört Sünni başkent olan Bağdat, Sana, Beyrut ve Şam, Kudüs’ü kurtarma iddiasındaki İran’ın vekil gruplarının kontrolünde bulunuyor. Kudüs’e giden yol Bağdat ve Şam’dan geçerken Müslümanların cesetlerinin üzerine döşenerek geçti.

Aksa Tufanı turnusol kağıdı oldu

Filistin İslami Direniş Hareketi ( Hamas), 7 Ekim’de hepimiz için sürpriz olan destansı bir sızma operasyonuyla işgalci İsrail’e tarihinin en büyük şokunu yaşattı. İşgal altındaki topraklara giren Hamas savaşçıları, burada 1400’ü aşkın İsrailliyi öldürürken 240 kadar İsrailliyi esir alarak Gazze Şeridi’ne götürdü. Bu esirlerin arasında İsrail’in resmi rakamlarına göre üst rütbeli subaylar dahil 120’den fazla asker bulunuyor. Yine İsrail’in verilerine göre 340 İsrail askeri Hamas’ın Aksa Tufanı olarak nitelendirdiği operasyonu sırasında öldürüldü.

Operasyonun ardından 27 gündür Gazze’yi nefes almadan bombalayan İsrail, çoluk çocuk demeden 10 bin sivili katletti. Gazze’deki birçok sivil alan bombardımanlarda yerle bir oldu. Savaşın ilk günlerinden itibaren en fazla konuşulan konu ise Hizbullah başta olmak üzere İran ve vekil gruplarının savaşa dahil olup olmamasıydı. Katliamlar büyüdükçe, bu gruplardan beklentiler de büyüdü ancak bugüne kadar kendisini “direniş ekseni” olarak niteleyen ve “Kudüs’e giden yolda” acımadan Musul, Halep ve Şam’ı yıkan bu gruplar boş tehditlerle yetindiler.

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, geçen hafta yayımladığı açıklamada Cuma günü çok önemli bir konuşma yapacağını duyurdu. Bazı analistler Nasrallah’ın savaş ilanı yapacağını öne sürerken İran’ın Orta Doğu politikasını yakından bilenler ise Nasrallah’ın amiyane tabirle “rüzgar yapacağını” söyledi ve haklı çıktılar. Nasrallah, beklenen konuşmasına Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonunu kendi iradesiyle yaptığının ve İran’ın etkisinde olmadığının altını çizerek girdi ve klasik tehditlerini dillendirdi. Salı günü ise İran’ın Yemen’deki vekil grubu Husi Ensarullah örgütü de işgal altındaki Filistin’de İsrail’e üç (rakamla 3) balistik füze fırlattığını ilan ederek İsrail’e savaş açtığını duyurdu. Husilerin sözcüsü bu açıklamayı yaparken, “Yemen Silahlı Kuvvetleri” adını kullandı. Maalesef kelli felli gazeteciler ve akademisyenler de bunu “Yemen savaşa katıldı” diye pazarlayarak Husilerin ekmeğine yağ sürdü. Husilerin attığı 3 balistik füzeden biri Suudi Arabistan, biri Mısır topraklarına düşerken, diğeri ise Eilat’ta boş tarlalara düştü. Kuzeyde ise Hizbullah militanları, 25 gündür Lübnan sınırı yakınındaki İsrail’e ait telekomünükasyon direklerini vurarak Donkişot gibi yel değirmenine karşı savaşıyor.

Yemen Silahlı Kuvvetleri olarak kendisini tanıtan Husiler, 2011’de 32 yıllık Ali Abdullah Salih rejimine karşı ayaklanan Yemen halkının devrimini daha sonra öldürüp tasfiye edecekleri Ali Abdullah Salih ile işbirliği kurarak çalmış ve 2014’te başkent Sana’yı işgal etmişti. O günden beri Yemen, tarihinin en kötü günlerini yaşıyor. Milyonlarca insan açlık sınırı altında hayata tutunmaya çalışırken ülkenin en büyük üçüncü şehri olan Taiz, 8 yıldır Husilerin zalim kuşatmasını yarmak için çabalıyor.

Gazze’de masum Müslüman halkın tepesine tonlarca bomba düşerken, direniş ciddi bir saldırı altındayken Filistin meselesi üzerinden kendilerine meşruiyet sağlayan İran ve vekil grupların hala kendilerine meşruiyet devşirmeyi başarabiliyor olması da Gazze’deki dram kadar büyük bir dram. Hizbullah ve baldırı çıplak Husiler mi Kudüs’ü kurtaracak? Bekleyin Yemen Silahlı Kuvvetleri geliyor. Hasan Nasrallah, artistlik videolarını bitirdikten sonra Kudüs’ü kurtaracak!