“Neler için neleri feda ediyoruz?” diye düşünüyorum birkaç zamandır. Neyi kazanmak için nelerden vazgeçiyoruz?
Boşuna değil elbette aklımda bu tür soruların olması. Onlarca ve belki de daha fazla sebebi var bunları düşünmemin. Ama en azından şöyle bir şey söyleyebilirim; içimde kanatlanıp uçmak isteyen bir taraf var ama ayaklarımdan hem de sıkı sıkıya tutuyor bazı şeyler. Kanatlar işe yaramıyor, uçamıyorum. İşte tam öyle bir anda ya ayaklarımdan tutan elleri kırmak ya da “mademki uçamıyorum” deyip kanatları kırmak istiyorum.
Bunun adı ne bilmiyorum. Ama topyekûn “dünya” diyebiliyorum bu ayaklarıma bağlı olanlara. Sonra etrafıma bakınca herkesin bir garip kavgada olduğunu görüyorum. “Kimse kimseyi duymuyor Allah’ım! Bir Sen varsın sesimi işitecek” diye şiirler yazasım geliyor.
Benim de bir kavgam var elbette ve ben de bir tarafım. Ama böylesi manasız ve böylesi amaçsız bir kavgada taraf olmaya ar ediyorum. Hani şöyle gibi yıllar yıllar süren bir küslük, babadan oğula geçen bir husumet olur da ta bilmem kaç sene sonra ve hâlâ o kavgayı edenler aslında neden kavga ettiklerini bilmezler ya; sorsanız cevap veremezler. İşte tam onun gibi bir dünya bu yaşadığımız. Birileri yumruk atıyor ve birileri yumruk yiyor devamlı ama ne atan o yumruğu neden salladığını ne de yiyen o yumruğu neden yediğini tam olarak bilmiyor.
Maalesef ve üzgünüm ki bugün verdiğimiz kavga tam da böyle. Ne fikrî bir altyapısı var -ya da varsa da bugün kavgada olanların bundan haberi yok- ne de sonuç olarak bir faydası var. Zira o kadar zaman geçmiş ve sebepler o kadar iğdiş edilmiş ki taraflar birbirine benzemiş. İtiraz ettiğini yapıyor ama yine de ona itiraz ediyor herkes.
Aliya’nın cümlesi tam da burada söylense olurdu; “Savaş ölünce değil; düşmana benzeyince kaybedilir”
Bence biraz daha fazlası var; düşmana benzediğin savaşı kazansan da kaybedersin.
…
Aslında bunları yazmak yoktu aklımda. Ben insandan ve insaftan bahsedecektim. Hatta hazırladığım güzel de bir cümle vardı;
“İnsan” ile “insaf” benzer olan tek şey harflermiş anladım. Zira insanda insaf kalmamış.
Böyle diyecektim, bunları söyleyecektim ve “el-insaf” deyip de bitirecektim galiba. Ama nasip, ondan da sonra bahsederim.