İnsanoğlunun hayatı manevi açıdan olduğu gibi, maddi açıdan da farklılıklar arz eder. Şartları ve kazançları eşitlemek mümkün değildir. Gelirler de farklıdır, giderler de. Bütün bunları eşitlemek için gayret eden sosyalizmin, bunda ne derece başarısız olduğunu yaptığı zulümlerin kalarak yıkılıp gittiğini, hep beraber gördük. Zira tepedeki bir gurup azınlık, halkı daima ezerek haklarını gasp etmişti.
Aslında farklılıklar olacak ki, imtihan zuhur etsin. Cemiyet hayatında fakir olmasa, zekâtın gayesi nasıl ortaya çıkacak? Zekât ve sadakalar verilerek gönüller fethedilmezse, kardeşlik bağları nasıl tesis edilecek? Garipler, yetimler ve öksüzler sevindirilmezse, onun verdiği haz ve lezzetler nasıl yaşanacak? Kul olmanın zevkine ne ile erişilecek?
Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmak, ancak O’nun emirlerine sımsıkı bir şekilde yapışmakla olur. Zekât da bunlardan biridir. Farz olan zekât, fakirin zengindeki hakkıdır. Kelime anlamı, temizlemek olan zekât, mali bir ibadettir. Kul, Cenab-ı Hakk’ın kendisine lütfettiği dünyalıktan kırkta birini, gereken yerlere vermek mecburiyetindedir. Bu, İslâm’ın icaplarındandır. Kişiyi madden ve manen temizler, fakirlerin halinden haberdar eder ve onların gözetilmesini sağlar. Böylelikle hayra sarf etmeye, verebilmeye, cimrilikten kurtulmaya vesile olur.
Zira vermemek çok kötü bir hastalıktır. Böyle insan mala bekçilik yapar, ama ondan faydalanamaz. Hatta “kendi üzerinde Allah’ın nimetlerinin eseri” de görülemez. Hayır yolunda kullanamaz. Tasadduk edemediği için, hayır dualar da alamaz. Böyle bir insanı ne Allah (cc) sever, ne de O’nun kulları sever. Ölüverdiği zaman ise, gözü arkada kalarak Rabbinin huzuruna varır ve mallarının hesabını verir. Arkadaki varisleri de o bu haldeyken, onları afiyetle yerler.
Verebilmek hakikaten güzel şey. O’nun rızasını kazanmak için vermek. Zaten geçici olarak sahip olduğu her şeyi, O verdi kendisine. O halde her şey bir emanettir insana. Malım, malım dedikleri ve benim dediği hepsi emanet kulun elinde. Bedeni de öyle değil mi? Allah (cc) o malını ve bedenini de nerede harcayıp yıprattığından soracak. Efendimiz Aleyhissalât-ü Ve’s-Selâm şöyle buyururlar:
“-Kıyamet günü (dört şeyden) sual edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin huzurundan) ayrılamaz:
-Ömrünü nerede harcadığından,
-İlminden ki (onunla) ne amelde bulunduğundan,
-Malını nereden kazanıp ve nereye harcadığından,
-Vücudunu nerede çürüttüğünden.” (Tirmizî, sıfetü’l-kıyame 1.)
Ömür, ilim, mal, vücut… Hepsi birer nimet. Ama hesabı var tabii. Rabbimiz bizlere bu hakikatleri kavramayı nasip eylesin!