Allah’ın Rasulü (sas) baskıya ve karışıklığa yer olmayan son dini getirmiş ve bu dini hem kuram hem de uygulama itibarıyla açıkça ortaya koymuş ve böylece insanlık içerisinden çıkarılmış olan en hayırlı ümmeti oluşturmuştur.
İnsanı yeniden keşfetmeliyiz. Aynı şekilde Allah’ın dinini yeniden keşfetmeliyiz. Allah’ın nurunu söndürmek isteyenler var elbette, ama unutmayalım ki Allah’ın da nurunu tamamlama sözü var:
“Onlar Allah’ın (hidayet) nurunu üfürükleriyle söndürmek için can atıyorlar; kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Allah’tan başkasına ilâhlık yakıştıranlar hoşlanmasa da O, Elçi’sini hidayet (kitabı Kur’an) ve hak dini tebliğ ile görevlendirmiştir ki, böylece Hak dini diğer tüm dinlere üstün kılsın.” (Saf 61:8-9).
Kâinatın bir nizamı, aklın da bir gücü ve otoritesi olduğunu idrak edemeyen insanlar kaos içinde yaşamaya mahkûmdur. Böylelerinin başı beladan kurtulmaz, bir felaketten öbürüne sürüklenir dururlar. Bir türlü bu durumun makul bir sebebini de bulamazlar. Bu sonuçların Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu güç ve donanımları âtıl bırakmaktan kaynaklandığını da bir türlü idrak edemezler:
“… Onlara zulmeden Allah değildi; aksine onlar kendi kendilerine zulmetmiş oldular.” (Nahl 16:33).
Bu durumu idrak eden Müslümanlar, bundan böyle olayların sebeplerini doğru okumayı ve sonuçlarını doğru yorumlamayı sağlayacak yeni bir bilim dalı geliştirebileceklerdir. Böylece olayların sebeplerini yıldızlara bağlamamayı, zamanın sonuna gelindiğinin düşünüldüğü bir dönemde bunun günah olmadığını anlayacaklardır. Müslümanlar “âhir zaman” problemini aşabildiği takdirde Allah Teâlâ’nın meşiet ve iradesinin her daim hazır olduğunu fark edeceklerdir. Oysa, günümüz Müslümanları, hoşlanmadıkları ve makul görmedikleri mevcut kötü durumlarının faili olarak ilahi meşiet ve iradeyi görmektedirler!
Müslümanlar’ın maruz kaldıkları tüm saçmalıklara dayanak teşkil eden asıl takıntısı işte bu meseledir. Böylece görece bir rahatlama ve itminan sağlayarak uhdelerindeki sorumluluğu yok sayabilmektedirler!
Müslümanlar’ın bu çarpık düşünceleri kadar cazip göstermeye çalıştıkları bir başka husus da mutlak meşiet ve irade hürriyetini Allah’a tahsis etme ve O’nu yüceltme yaklaşımlarıdır! Sanki makul olmayan ya da sisteme dayanmayan tasarrufu olmazsa -hâşâ- Allah’ın mutlak meşiet ve iradesi yok olacak!
Bu yaklaşım tarzında Allah’ın beşere bahşettiği ‘kendini ve durumunu değiştirme güç ve kudreti’ni yok sayma yanında Allah Teâlâ’nın meşiet ve iradesindeki hikmetleri de olumsuzlama vardır.
Allah Teâlâ’nın otoritesi ile O’nun beşeriyete bahşetmiş olduğu ‘hayatını yönlendirebilme becerisi’ni birbirine karıştıran ve insana verilmiş olan manevra alanını görmeyen bu garip yaklaşım, Allah’ın beşer hayatına koymuş olduğu harikulade nizamı da bozmaktadır.
Müslümanlar bazen de güya Allah’ın azametine gölge düşürmemek için insanın güç ve kudretinin değerini düşürmeeğilimi göstermektedirler. Sanki Allah’ın azametini ispat eden insanın acizliğiymiş gibi! İşte bu yüzden insanın önüne açılan kudret alanından ve otoritesini yansıtan çeşitli imkânlardan ziyadesiyle korkmaktadırlar! Oysa birazcık düşünseler, insanın güç ve otoritesinin artmasıyla Allah’ın büyüklüğünden ve yüceliğinden hiçbir eksilme olmayacağını rahatlıkla kavrayacaklar. Zira kullarına bu güç ve kudretleri bağışlayan Allah Teâlâ’nın bizzat kendisidir.
İnsan hakikati tatmaya, işlerin iç yüzünü kavramaya başladığı zaman ilmin imana imanın da ilme dönüştüğünü görür. Aynı şekilde şirkin cehalete cehaletin de şirke dönüştüğünü fark eder. İşte bu yüzdendir ki, kendilerini şirkten hakkıyla temizleyebilenler ilim ve iman sahipleridir. Nitekim şu âyet-i kerimede de ilim sıfatı ile tevhid sıfatı bağlantılı olarak bir arada zikredilmiştir:
“Kendilerine ilim verilmiş olanlar, Rabbinden sana indirilenin hakikatin tâ kendisi olduğunu ve O yüceler yücesi, O tüm övgülere lâyık olanın yoluna yönelteceğini görmektedirler.” (Sebe’ 34:6).
Çeviri: Fethi Güngör