“Gün geçmiyor ki yeni bir şiddet haberiyle sarsılmayalım” klişe cümlesi, konunun ciddiyetine gölge düşürse de gerçekten artık her an yeni bir şiddet haberiyle karşı karşıya kalıyoruz. Kadına, erkeğe, çocuğa, hayvana şiddet haberleri rutin haberler haline geldi. Daha vahimi bu haberler sadece buz dağının görünen kısmı. Medyaya yansımayan, güvenlik güçlerinin ya da adli makamların haberinin olmadığı, sadece mağdur ve/veya çevresindeki birkaç kişinin bir sır ve yara olarak gizlediği şiddet olaylarının boyutunu bilmiyoruz.
Bu sorunun kaynağı olarak bir tek şeyi belirlemek mümkün değil. Ahlak ve maneviyat konusu ihmal edilerek yetiştirilen nesiller, adalet sisteminin doğru işletilmemesi, cezaların yetersiz olması, aile ve sosyal politikalarla ilgili yapılan yanlış düzenlemeler, medyanın konuyla ilgili yanlış tutumu, şiddeti meşrulaştıran hatta öven yapımların artması ve buna karşı herhangi bir önlem alınmaması, Allah korkusu ve vicdan kavramlarının ne anlama geldiğini bilmeyen insanlar, yaşamın sadece bu dünyadan ibaret olduğu, Yaratıcı’nın kâinatı sadece yarattığı fakat insana herhangi bir sorumluluk yüklemediği inancının yaygınlaşması, pozitif ayrımcılık yapalım derken haksızlığı uğrayan ve öfkesini güçsüzlerden çıkaran bir kitlenin ortaya çıkması hepimizin aklına ilk gelen sebepler olarak sıralanabilir.
Bir de bu tür olayların artmadığını, sadece geleneksel medya ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla insanların bu tür bilgi ve haberlere ulaşmasının kolaylaştığını, bu yüzden şiddet olaylarında artış yaşanıyormuş gibi algılandığını savunanlar var. Açıkçası bu çok sağlıklı bir çıkarım değil. Tabii ki gelişen teknolojiyle haberlerin daha hızlı yayılması ve daha fazla kişiye ulaşması söz konusu. Ancak dikkati çeken başka bir şey var: Şiddet olaylarının içeriğinin yani şiddet uygulama biçimlerinin çeşitlenmesi. Artık şiddet denildiğinde aklımıza kadın dövmek, çocuğun boğazını sıkmak, sopalarla insanlara saldırmak gelmiyor. Şiddet kavramı zihinlerimizde çok daha vahşi ve kan donduran yöntemleri çağrıştırıyor.
Diğer yandan şiddet haberlerinde karşılaştığımız akıl almaz yöntemler, insanlık dışı hikâyeler toplumsal duyarlılığımızı köreltiyor. Arada bir infiale yol açacak haberlerle insanlar hareketleniyor, ardından gazı alınmış düdüklü tencere gibi herkes eski haline dönüp işine bakıyor. Belirli yerlerde “idam” talepleri bir süre dillendirildikten sonra ses zayıflıyor, ta ki bir sonraki olaya kadar…
Konuyla ilgili 2011 yılından kalan bir hatıra ile yazıyı sonlandırayım:
Gebze-Haydarpaşa treninde yanıma oturan ve biraz muhabbet ettikten sonra toplumun geldiği hali sorgulamaya başlayan bir adam, yaşanan olumsuzluklarla ilgili uzunca bir liste sunduktan sonra biraz durdu. İyice odaklandıktan sonra “Şimdi çözümü açıklıyorum” dercesine sesini ayarlayarak şöyle dedi:
-Bunların hepsini vuracaksın! Ama kesmeyeceksin. İnsan kesilir mi yav? Dabancaynan vuracaksın…
Evet, vahşi şiddet olaylarının faillerine ölüm cezası verilmesini savunan bu adam “Ölüm cezasının da bir adabı olur. Bir insan boğazlanır mı? Adam gibi ateşli bir silahla vurup hızlı bir şekilde ölmesini sağlayacaksın” diyerek insanın tüylerini diken diken eden katiller için bile zorlu bir ölüm yöntemini kabullenemiyor, vicdanını razı edemiyordu.
Velhasıl, trendeki adam gibi katili cezalandırmada bile ince düşünen bir toplumda öz anne-babasını dahi en acımasız şekilde katleden canilerin artıyor olması, herkesin ve her kurumun en az trendeki adam kadar konuyu kafaya takıp düşünmesini ve bir şeyler yapmasını gerektirir.
Şiddet oranının sadece ümit, azim ve gayretlerimizde arttığı bir dünya dileğiyle…