Hollanda denilince herkesin aklına ilk gelen, eşcinseller, uyuşturucular, pedofili, kanlı ortaçağ ayinleri, seri katiller ve Nazilere yaranmak için gönüllü olarak kendi ailesine bile işkence yapan doktorlar, Hollanda’yı tam olarak ifade etmeye yetmez. Tarihi boyunca Osmanlıya sığınmalarıyla meşhur olan Hollanda, Afrika’da, Bosna’da hatta Avrupa’da faşizm adına gönüllü olarak cinayet işleyen en ezik bir deniyet klanıdır. İki gün sonra seçime gidecekleri için mümkün olduğu kadar faşist aksiyonlarla aslında seçim propagandası yapıyorlar. Tam burada odaklanmamız gereken yer şurası olmalıdır: Avrupa siyasetçileri seçim propagandası olarak faşist söylem ve eylem yarışına girdiklerine göre demek ki faşizm Avrupa’da karşılık bulan bir haslet. Öyle ya, Avrupa reklamlarda olduğu gibi demokrat, özgürlükçü ve medeni bir kamuoyuna sahip olsaydı siyasetçileri Faşist propaganda yapabilirler miydi?
Hollanda kendi başına Türkiye’nin bir şehri bile değildir ama Hollanda kendi başına değildir. El-küfrü milletün vahide yani küfür tek millet olduğu için Hollanda hoyratlık yapabilir ve buna devam edebilir. Sivil sahada, hep birlikte hep bir ağızdan Avrupa’yı reddedebilmemiz ve dahi reddettiğimiz her şeyin yerine kendimize ait olanı koyabilmemiz lazım. Bu meselenin sorumluluğu annelere, babalara, esnaflara, çiftçilere, işçilere, öğretmenlere, öğrencilere ve tüccarlara aittir. Yazarlara, ortada aydın diye dolaşanlara vesaire güvenmeyin ve onlara kulak asmayın. Hele ki gazetecilerden mutlaka uzak durun. Siyasetçiler ise millet nezdinde ne karşılık buluyorsa onun peşine gitmek zorunda olduğu için zaten sizin yanınızda durup sizin istediğiniz gibi olmak zorunda. Avrupa halkları demokrat, iyi niyetli ve güzel insanlar da siyasetçiler halktan bağımsız kendi kafasına göre mi faşist oluyorlar? Ne münasebet, faşist siyasetçilerin birçoğu istemeye istemeye sırf halk öyle istediği için mecburen faşist oluyor. Batıda oy almak isteyen siyasetçi faşist olmak zorunda. Dolayısıyla bu işleri düzeltip, Batı’nın boyunduruğundan kurtulup şerefimizi, itibarımızı ve namusumuzu korumanın tek yolu sivil halkın bunun farkında olması, bunu talep etmesi ve gereğinin yapılması için bedel ödemeye hazır olması gerekiyor. Şeref, itibar, namus bedava da değildir, başkasının işi de değildir. Bizler Avrupa’nın sattığı insan hakları karnelerini itibarımızla, şerefimizle hatta namusumuzla ödeme yaparak satın alıyoruz. Çünkü kendi karnelerimizi yitirdik. Orta Çağ’ın barbarları İslam medeniyetinin çocuklarına karne veriyorlar. Çünkü bebeklerine mama veren anneler sadece bebeklerinin karnını doğuruyor ve şikayet ediyorlar. Halbuki anneler, sütten önce aidiyet ve iman emzirirlerdi yavrularına. Babalar para kazanmakla yoruluyor ve bu yorgunlukla övünüp uykuya dalıyor. Büyük Türkiye olma işi halkın işidir. Bu sorumluluğun asıl yeri herhangi bir devlet odası ya da bakanlık binaları değil evlerimiz ve mescidlerimizdir. Devlet binaları ya da okullar toplumun evlerinin ve mescidlerinin taklididir. Sokakta şikayet etmeyelim ve evlerimize gidip bakalım odalarımızda büyük Türkiye’ye dair ne varmış.