“innî ühibbüke fillâh”

Abone Ol

İnanmış insanın arzuladığı manâ… innî ühibbüke fillâh, ne güzel hakikat var bu eşsiz ifadede. “Ben seni Allah (celle celalühu) için seviyorum!”

Allah (celle celalühu) için birbirini seven güzel insanların engin ufuklarına baktığınız zaman, bu derunî manâyı görürsünüz; Hakk için Hakk’ın sevdiklerini sevmek.

Kaybolup gitti böyle nice değerlerimiz.

Nereye gitti acep Allah (celle celalühu) için sevgiler, muhabbetler, kucaklaşmalar?

Şimdi kupkuru kaldı gönül ülkelerimiz!

O’nun için kucaklaşırken O’nun dostlarıyla, Yâr kokusunu alıyordu gönül duyularımız. Misâfirperverlik bunun içindi. O’nun için ağırlanırdı nice misâfirlerimiz.

Zaman zaman aklımıza geliyor geçen günler. Ziyaretleşmeler vardı Allah (celle celalühu) için, dostluk vardı Allah (celle celalühu) için… Hani ne demişler;

“Gönül ne kahve ister, ne kahvehane,

Gönül dost ister, kahve bahane.”

Öylesine muhabbetlere dalınırdı ki, kalpler yanar gözler ağlardı. Saatler bu muhabbetle geçerdi de farkına varılmazdı. Aşkullah galebe çalardı da dünya zevkleri hiç olurdu. Nerede bir vasıta o günlerde? Bir uçtan bir uca yaya gidilirdi de yorgunluk hissedilmezdi. Telefon mu vardı o gün? Hayır! Ama resmiyet yoktu ki! Varsa dost girilir, yoksa geri dönülürdü. Hem de sevabı daha fazla alınırdı.

Dünya meşgalesi ve sevdasının bolca yer tuttuğu şu günler aslında, insanın kendisine yaptığı zulümlerle doludur. Kişi kendisini yaratan Rabbi için yaşamayı unutmuş, gaflet bataklığına düşmüş, derdi ve tasası hep dünya olmuş ne yazık ki! Ama gel gör ki uğrunda çabaladığı dünya kendisine vefa etmiyor. Bu manayı kavrayamayan insan ise habire onun ardından koşturup duruyor.

Sahabe-i Kiram geliyor aklımıza. Hep Allah (celle celalühu) için yaşayışları. Hep Allah (celle celalühu) için sevgi, muhabbet ve ziyaretleşmeleri. Onları ne güzel yetiştirmiş o güzel sultanımız. Keşke bizler de onlara benzeyebilsek…

Nice eşsiz manzaralar var onlardan bize miras kalan. Bir gün bir sahabî gelir Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanlarına. Daha sonra da giden bir zatı göstererek;

“Yâ Resûlallah! Ben şu adamı çok seviyorum” der.

Resûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem:

“Onu sevdiğini kendisine söyledin mi?” diye sorar.

“Hayır, söylemedim” deyince:

“Hemen git ve ona kendisini sevdiğini söyle!” buyururlar.

Sahâbî yerinden kalkar, o zâtın arkasından yetişir ve:

“Ben seni Allah (celle celalühu) rızâsı için seviyorum,” der.

O da ona şu eşsiz cevabı verir:

“Uğrunda beni sevdiğin Allah (celle celalühu) da seni sevsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb 112, 113; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 140-141, 150)

Şu müstesnâ manzaraya bir bakın kardeşlerim. Ne temiz bir ifade ve ne kadar duygu yüklü bir duâ. Böylesine nadîde haller ancak Allah (celle celalühu) muhabbetiyle yanan kullardan zuhur eder. Hiçbir dünyevî maksat gözetmeyen ve sadece Allah (celle celalühu) için birbirlerini seven kullardan ortaya çıkar. İşte onlardan birisini de Kâinatın Efendisi nur insandan dinleyelim:

“Vaktiyle adamın biri, bir başka köydeki din kardeşini ziyâret etmek için yola çıktı. ALLAH Teâlâ, onu gözetlemek ve kendisiyle konuşmak için (insan suretinde) bir meleği görevlendirdi.

Melek, adamın geçeceği yol üzerinde onu beklemeye başladı. Yanına gelince:

“Nereye gidiyorsun, kardeş?” diye sordu.

“Şu ilerideki köyde bir din kardeşim var, onu ziyârete gidiyorum,” dedi.

“O senin akraban mı?”

“Hayır!”

“Ondan elde etmek istediğin bir menfaatin mi var?”

“Hayır. Ben onu sırf Allah (celle celalühu) rızâsı için seviyorum; ziyâretine de bu sebeple gidiyorum.”

O zaman melek şunları söyledi:

“Sen onu nasıl seviyorsan Allah (celle celalühu) da seni öyle seviyor.

Ben, bu müjdeyi vermek için ALLAH Teâlâ’nın sana gönderdiği elçisiyim.” (Müslim, Birr 38; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 462, 50)

İşte en güzel sonuç ve kazanç! Ayet-i Kerimede o güzel kulların maksatlarını dile getiren şu ifadelerine bakıyoruz. Ne kadar da ulvî bir dava bu:

“De ki: Benim Namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep alemlerin Rabbi Allah (celle celalühu) içindir.” (6 En’am 162)

Konumuzu bir hadis-i şerif ve ayet-i kerime ile bağlamaya çalışalım:

“-Kim Allah (celle celalühu) için sever, Allah (celle celalühu) için buğzeder, Allah (celle celalühu) için verir ve Allah (celle celalühu) için engel olursa, imanı olgun hale gelmiş olur.”(Ebû Davûd, sünnet 15.)

“-Sizin dostunuz ancak Allah’tır (celle celalühu), Rasûlüdür ve iman edenlerdir. (O iman edenler ise) Allah’ın (celle celalühu) emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.” (5 Maide 55.)

Mü’minlerde bazen öyle fedakârlıklar görülür ki bunlara hayret edilir. Ama bütün bu fedakârlıkların ana kaynağı ve özü, Allah (celle celalühu) sevgisi ve O’nun için mü’min kardeşlerini sevmektir. Şüphesiz bu, kişinin olgun bir imana sahip olup samimi bir mü’min oluşuna işaret eder. Bunun içindir ki Allah (celle celalühu) için sevmek ve O’nun için buğzetmek ibadetlerin en büyüğü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Cenab-ı Hakk bu kulları sevmiş ve onları tebşir etmiştir. Bunu Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in lisanıyla da öğrenmekteyiz:

Ebu Hureyre (r.a.) den:

“-Allah Teâlâ kıyamet gününde şöyle buyuracak:

Benim için birbirini sevenler neredeler? Himayemden başka bir gölge olmayan bu günde, ben onları (arşımın) gölge(sinde) himaye edeceğim.” (Müslim, birr 37.)

Buhari ve Müslim’in rivayetlerinde ise, yukarıda anlatılan fedakârlıkların sahibi ve ayet-i kerimeyle övülen Ensar hakkında Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururlar:

“-Onları ancak mü’min sever, onlara münafıktan başkası buğz etmez. Kim onları severse, Allah (celle celalühu) da onu sever. Kim onlara buğz ederse Allah (celle celalühu) da ona buğz eder.” (Müslim, iman 129.)

İşte Allah’ı (celle celalühu) sevenleri sevmenin kıymet ve mükâfatı…

Allah (celle celalühu) için sevgi Allah (celle celalühu) için buğzetmek

Bu durum Allah (celle celalühu) katında ne kadar önemliyse, Rabbimizin sevdiklerine buğzetmenin cezası da o kadar büyüktür. Allah (celle celalühu) için sevgiye ve O’nun için buğza ulaşabilen insanın, amellerin en faziletlisine ulaştığını belirtmiştik. Bu konuda Ebû Davud’da şöyle bir hadis-i şerif zikrolunur:

“-Amellerin en faziletlisi Allah (celle celalühu) için sevmek, Allah (celle celalühu) için buğzetmektir.” (Ebû Davûd, sünnet 2. (4599)

Bilindiği üzere sevgi ve nefret kalbi ilgilendirir. Yani gönül işidir. Kalp ise kişinin özünü, mayasını yani asıl gayesini belirtir. Dolayısıyla yaptığı işlerin aslı yine kalbe dayanır. İşlediği bütün amelleri, içinde taşıdığı inancın dışarıya yansımasıdır.

O halde sevgi ve nefret amellerden önce gelir. Çünkü onlar iman işidir. Dostu, Allah’ın (celle celalühü) düşmanı olan kimsenin, ibadetlerini fazlaca yapması ona ne fayda sağlayabilir ki!

Zira o, Cenab-ı Hakk’ı sevmeyen kimseyi seviyor. O zaman Rabbimiz, başını secdeye koyan o kulunu riyakârlık ve samimiyetsizlikle suçlamaz mı?

Sonra hepimizin bildiği meşhur bir hadis-i şerif daha var. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururlar:

“-Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Müslim, birr 165.)

Bu hadis iki yöne de işaret eder. Allah (celle celalühu) ve Rasûlün’e iman ettiği halde, onların düşmanlarını seven insana da, iman edip belki günahkâr olduğu halde Cenab-ı Hakk’ın dostlarını seven kişiye de. Bu durumda insanın sevdiği ve dost tuttuğu kimselere dikkat etmesi gerekir. Çünkü Allah’ın (celle celalühu) düşmanları ebedî âlemde cehennem hayatında, Allah’ın sevdikleri ise cennet hayatında bulunacaktır. Bunu teyid eden bir başka hadiste ise şöyle buyurulur:

“-Kişi dostunun dini üzeredir. O halde sizden biriniz dost tuttuğu kimseye dikkat etsin.” (Ebû Davud, edeb 16; Tirmizî, zühd 45.)

Rabbim dünya ve ahirette sevdikleriyle beraber eylesin!