İnfakta bulunurken sahip olduklarımızı kendimizin değil, Allah’ın varlığı olarak bilmemiz gerekir. Çünkü insan malın sahibi değil, emanetçisidir. Dünya serveti de ilâhî bir emanettir. Her şey kulun tasarrufuna geçici olarak, yani emaneten verilmiştir. O halde bunu unutarak, Allah’ın nimetlerinin, O’nun bir kuluna ulaşmasına vâsıta olmaktan dolayı nefsine pay çıkarıp da muhtaca mihnet veren riyakârca hâl ve tavırlar içine girilmemeli; iyilik yapılan kimseye iyilikler sayıp dökülerek yapılan iyilik başa kakılmamalıdır.
Zira Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı halde malını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa çıkarmayın. O kimsenin misali, üzerinde toprak bulunan düzgün ve yalçın bir kayadır; kayanın üzerine şiddetli bir yağmur yağmış, onu çıplak halde bırakmıştır. Bu gibilerin kazandıkları hiçbir şeyden istifadeleri olmaz ve Allah, inkârcı topluluğa hidayet vermez.” (Bakara, 2/264)
O hâlde infakta kibirlenmemek, fakiri hor görmemek, bilâkis kendini fakirin yerine koyup, bir gün kendisinin de onun durumuna düşebileceğini tefekkür etmek gerekir. Zira zenginlik veya fakirlik biraz cehd işiyse de daha çok baht işidir. Allah zengini fakir, fakiri de zengin kılabilir. Bunlar Hak katında bir üstünlük veya alçaklık ölçüsü değildir. Her ikisi de yalnızca bu âlemdeki bir imtihan şeklidir. Üstünlük yalnızca takvadadır. O hâlde infak etmekten dolayı fakire karşı gururlanmak, dünya hayatındaki imtihan sırrından da gâfil olmaktır.
Varlıklı kimseler, kendilerini fukaranın yerine koymayı bilmeli ve; “Rabbimiz bizi onların durumunda, onları da bizim durumumuzda yaratabilirdi. Madem bize imkân bahşedip onları muhtaç kıldı, demek ki onları bize emanet etti, zayıfları güçlülere zimmetledi, bizi onlardan mes’ul kıldı ve bize bahşettiği nimetlerin şükrânesi olarak onlara infak etmemizi emretti…” diye düşünmelidirler…
Mevlana yoksullara karşı gönül kırıcı sözler söylememeleri yolunda varlıklı kişileri şöyle uyarmaktadır:
“Yoksul kişi nasıl cömertliğe, iyiliğe muhtaç ise, cömertlik de, iyilik de yoksul kişiye muhtaçtır. Güzeller, nasıl tozsuz, passız, parlak ayna ararlarsa, cömertlik de yoksulları, zayıfları öyle aramaktadır.
Güzellerin yüzleri ayna ile süslenir, güzelleşir. Ayna olmazsa güzellik meydana çıkmaz, iyiliğin, cömertliğin yüzü de yoksula bakmakla görülür…
Mademki yoksul cömertliğin aynasıdır, sakın aynaya karşı gönül kırıcı sözler söyleyerek aynayı buğulandırma.” (Mevlânâ, Mesnevî, I, 168, beyit no: 2740-2745.)
Yani, yoksul kişi nasıl cömertlik ve iyiliğe muhtaç ise, cömertlik ve iyilik de yoksul kişiye muhtaçtır. Güzeller, güzelliklerini seyretmek için nasıl tozsuz, passız, parlak bir ayna ararlarsa, cömertlik de yoksulları, zayıfları öylece aramaktadır. O hâlde sakın yoksullara karşı gönül kırıcı sözler söyleme ki onları incitmeyesin, gönül aynalarını buğulandırmayasın.
Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nîmetini minnet ve şükranla an.” (ed-Duhâ, 93/8-11.)
Muhtaca nezâketle muamelenin en mühim kısmı olan başa kakmamak, eza vermemek ve kibirlenmemek için, bir hayrı yaptıktan sonra onu hemen unutuvermek icap eder.
Lokman Hekîm ne güzel buyurur:
“İki şeyi unutma: Allah Teâlâ’yı ve ölümü.
İki şeyi de unut: Başkasına yaptığın iyiliği ve başkasının sana yaptığı kötülüğü.”
●Günün Ayeti
“Ey insanlar! Rabbinize saygısızlıktan sakının; hiçbir babanın evlâdından fayda göremeyeceği, evlâdın da babasından hiçbir yarar sağlayamayacağı bir günden korkun. Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın; o, yoldan çıkarıcı da (şeytan) Allah hakkında sizi aldatmasın..” (Lokman, 31/33)
●Günün Hadisi
“Vücuttaki bütün eklemler için her gün sadaka vermek gerekir. Bineğine binmek isteyen kişiye yardım etmek veya eşyasını bineğine yüklemek sadakadır. Güzel söz ve namaza giderken atılan her adım sadakadır. Yol göstermek sadakadır.” (Buhârî, “Cihâd”, 72)
●Günün Duası
“Allah'ım! Her çeşit kötü ahlaktan, kötü amelden, arzulardan ve hastalıklardan kuşkusuz sana sığınırım.”
●Ramazannâme ( Ramazan Manileri)
Vişneyi dalda koyma,
Beni bu halde koyma,
İftara çabukça gel,
Gözümü yolda koyma.
●Sıkça Sorulanlar
Üvey anne, üvey baba ve üvey çocuklara zekât verilebilir mi?
Üvey anne, üvey baba ve üvey çocuklara, fakir olmaları hâlinde zekât verilebilir. Çünkü bunlarla zekâtı veren kişi arasında usûl ve fürû ilişkisi olmadığı gibi, zekât veren şahıs normal durumlarda bunlara bakmakla yükümlü de değildir.
Damat ve geline zekât verilebilir mi?
Fakir olan damada ve geline zekât verilebilir. Çünkü bunlarla zekâtı veren kişi arasında usûl ve fürû ilişkisi olmadığı gibi, zekât veren şahıs bunlara bakmakla yükümlü de değildir.
Kayınvalide ve kayınpedere zekât verilebilir mi?
Fakir olan kayınvalide ve kayınpedere zekât verilebilir. Çünkü bunlarla zekâtı veren kişi arasında usûl ve fürû ilişkisi olmadığı gibi, zekât veren şahıs bunlara bakmakla yükümlü de değildir.
( Diyanet İşleri Başkanlığı, Zekat Sıkça Sorulanlar)
●Esma-i Hüsnâ
Ya Hakk!
Ancak sana yönelmek kuluna haktır
Kıblenden saptırma beni
Ancak sana edilen dualar kuluna haktır
Mahrum bırakma beni
Ancak senden dilemek kuluna haktır
Sahipsiz bırakma beni
Ancak sana dayanmak kuluna haktır
Çaresiz bırakma beni
Ancak sana varan yollar kuluna haktır
Yoldan çıkartma beni
Her şeyden çok seni sevmek kuluna haktır
Yetim bırakma beni
Bela hakkındaki hükmüne haktır
Ya Rabbi hak ettiğimle değil lütfunla ağırla beni.
(Senai Demirci)
el-Mecîd: Şanı büyük ve yüksek. Her türlü lütuf ve nimeti kullarına verme hususunda cömert, övülmeye layık, güç ve kuvvet sahibi.
el-Bâis: Ölüleri diriltip kabirlerinden çıkaran. İnsanları vahyin nuruyla aydınlatması, inkârdan ve her türlü kötülükten kurtarması için peygamber gönderen; ahirette hesap vermeleri için insanları öldükten sonra yeniden dirilten ve huzurunda toplayan.
eş-Şehîd: Her zamanda ve her yerde hazır ve nazır. Her şeyi gözetleyen, bilen.
el-Hakk: Varlığı hiç değişmeden duran. Her şeyi bir hikmete göre -gerekçesine uygun olarak kullarının dünyada ve ahirette yararlarını gözeterek adaletli bir biçimde yaratan, kendisinin varlığı sürekli olan ve bütün hayatı yönlendirmesi, nimetler vermesi kesintisiz biçimde devam eden.
●Bir İnci
“Anlamak masraflı iştir; emek, gayret, samimiyet ister. Yanlış anlamak kolaydır oysa. Biraz kötü niyet, biraz da cahillik kâfidir.” (Sezai Karakoç)
●Peygamberimizden Hatıralar
Sevgili Peygamberimiz, bir gün kendisine hediye getirilen bir içeceği birlikte oturduğu ashabına ikram etmek için sağına dönmüştü. Sağında henüz küçük bir çocuk olan amcasının oğlu Abdullah b. Abbas’ın oturduğunu gördü. Solunda ise ashâbın yaşlıları dizilmişti. Peygamberimiz çocuğun sırasını atlamadı, onu yok saymadı.
“Meşrubatı önce bu yaşlılara vermeme izin verir misin?” diye sordu. Çocuk: “Hayır. Vallahi, senden gelen nasibim için kimseyi kendime tercih edemem!” deyince de işte o zaman Peygamberimiz "Buyur, küçük adam!" dercesine ikrama çocuktan başladı. (Müslim, Eşribe, 127; Hadislerle İslam, IV, 139.)
●Her Güne Bir Kavram
İsraf
Haddi aşma, hata, cehalet, gaflet. İnanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkma, özellikle mal veya imkanları meşru olmayan amaçlar için saçıp savurma.
İsraf, sahip olduğumuz nimet ve imkânları ölçüsüzce kullanmaktır. Har vurup, harman savurmaktır. Hiç tükenmeyecek gibi bilinçsizce harcamaktır. Allah Teâlâ’nın bahşettiği nimetlere karşı bir nankörlüktür.
İsraf, sadece mal ve eşya ile sınırlı değildir. İsraf, yeme içmeden giyim kuşama, vakitten sağlığa varıncaya kadar her türlü nimet ve imkanı ölçüsüzce kullanmaktır, dengeyi ve itidali kaybetmektir. İnsanın kendisine, çevresine ve kainata yazık etmesidir. İsraf, var oluş bilincimizden ve yaratılış gayemizden uzaklaşmaktır.
Akıl nimetini iman ve hikmetle buluşturamamaktır. Bedenimizi, gücümüzü, irademizi iyilik ve hakikat yolunda kullanmayıp beyhude meşgalelerle heba etmektir. Sahip olduğumuz bilgi ve tecrübeyi, bilim ve teknolojiyi insanlığın faydasına değil ifsadına kullanmaktır.