Hoş karşılanır mı bilmiyorum ama bu meseleyi sizinle paylaşma ihtiyacı hissediyorum.
Bir arkadaşım anlattı:
“Geçen hafta sonu ailemle İstanbul-Levent’te bir AVM’ye gittik. Başka bir aile daha vardı yanımızda. Dolaşırken yorulduk. Koridorlardan birindeki banklara oturduk. Eşim ve arkadaşı ayakta idi. İkisi de başörtülü. Yanlarında üç-beş ‘modern’(!) giyimli kadın duruyordu. Kendi aralarında konuştuklarını kulaklarımla işittim. Saçlarını sarıya boyatmış, yüzüne iğrenme maskesi takmış orta yaşın üstündeki kadın, ‘Bunların burada ne işi var! Pislik Araplar yetmiyor, bir de bu örümcek kafalılar kirletiyor güzelim AVM’yi!’ Dondum kaldım. Hiçbir şey diyemedim. Hanımların duyduğunu, müdahale edeceklerini sandım ama duymamışlar. Arkadaşımla birbirimize baktık.”
Ne yapılabilirdi ki!
Ne kadar hoşgörü, ne kadar birlikte yaşama, ne kadar ötekine saygı dersek diyelim körleşme ve körleşme inadı bizi aynı uçurumun kenarında tutmaya devam ediyor.
Gezi olayları sırasında bu ve benzeri hadiseleri çok yaşamıştık.
Daha öncesinde daha ağır travmalar da yaşadık: İkna odaları, başörtülü kız öğrencilere işkence, eşi başı örtülü diye lüks restorandan kovulan aileler, yine Levent’te başörtülülerin alınmadığı kıytırık bir AVM…
Ama son yıllarda bu meselenin gevşediğini…
En azından birbirimize karşı daha tahammülü olduğumuzu düşünüyorduk. Değilmiş!
Bu örnekten yola çıkarak, son siyasi tabloya bir kez daha bakalım. Özellikle AK Parti’ye ders vermek için apronda bekleyen dostlarımızla okuyalım bu fotoğraf karesini…
Siyasetin grafiği vaat, palavra, hakaret, saçmalık ekseninde yükselip alçalıyor. Vaat anlaşılabilir bir şey. Çünkü bir iddia ile yola çıkıyorsunuz. Milletin sizi seçme nedeni elinizdeki tek silah olan vaatleriniz. Eğer iktidarda iseniz, bugüne kadar yaptıklarınız ve bundan sonra yapacaklarınız…
Ama palavra, hakaret ve saçmalama hakkınız yok!
Bir süredir CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’yi takip ediyorum. Bol keseden, hesapsız kitapsız, ar damarı çatlarcasına öyle yüksek tondan saçmalıyor ki… Söylediklerinin hepsi gerçek olsa bugün Türkiye diye bir ülkeden söz etmek mümkün değil.
Sanki…
“Eski Türkiye”de darbe şakşakçılığı yapıp başbakan astıran kendileri değilmiş gibi…
Ezan-ı Muhammedi’yi 1950’ye kadar Türkçe okutan kendi partisi değilmiş gibi…
Ekonomik olarak ülkeyi üç-beş kuruşa diz çöktüren onlar değilmiş gibi…
Daha yüzlerce mesele var ama yerimiz dar.
Ama şunu söyleyelim: Seçim kampanyası programları dâhilinde camiden camiye koşan –ki inşallah böyle devam etsin- İnce’nin “başörtülülere saygılıyım, isteyen siyer, Kur’an dersi alsın” filan gibi demeçleri samimiyetten çok ama çok uzak. Neden? Geçen hafta CHP’li olduğu halde seçim standından kovulan başörtülü hanımefendiye bile tahammülü olmayan bir siyasi hareket oldukları için çok uzak… O AVM’de parasıyla alışverişe çıkmış olan başörtülü yurdum insanına hâlâ parya muamelesini uygun görenlerin sesi –ve ne yazık ki umudu- oldukları için çok uzak…
Takiye çok ayıptır. İnsan aldatmanın en şuursuz halidir.
Muharrem İnce, “antropontolojik” bir tahlile muhtaç. Arada kalmış bir varlık. Makyavelist de…
Politikacıların insanı ve insanlık durumlarını insanca karşılamaya yönelik bir görüşü olur, olmalıdır… Ama İnce’nin duruşunda ve söylemlerinde böylesi bir iradeden söz etmek mümkün değil.
“Sanal gerçeklik” ve “artırılmış/uyduruk gerçeklik” sarkacında yalpalamaya/ saçmalamaya devam ediyor.
Fizik öğretmeni Muharrem İnce, şairliğiyle de övünüyor. “Tatanka” (Kızılderililer’in bufaloya verdiği ad) isimli bir de şiir kitabı yayımlamış. Muhtemelen cahiliye dönemine ait bir kitap… Bugünleri görememiş besbelli. Bir şair olarak, şiire emek veren herkese saygım var fakat burada durum öyle değil. Kitapta yer alan “Kadın Kokusu”, “Tatanka”, “Karışık Bir Şiir” gibi pornografik içerikli şiirlere diyeceğim yok. Özellikle modern Türk şiirinde daha farklı örneklerini görebilmek mümkün…
Ama kendini dindarlara, inanmış masum insanlara ‘din, Allah, kitap, maşallah, inşallah’ diye pazarlayan bir siyasetçinin “Yeni Sabahlar” diye bir şiir yazmamış olması gerekir. Yazdı ise de bu kavramları lügatinden çıkarması…
“Sabahları sana vereyim/ geceleri biriktiririm ben/kırpıp kırpıp sabah yaparım/Tanrıyla aramız açık zaten/ben de sana taparım.”
Başkaca sözüm yok.
Karar sizin sevgili dostlar…