İman ve İslâm

Abone Ol

İnanmak ve teslim olmak…

İki eşsiz güzellik…

Biri temeli diğeri binası…

En güzel ikili.

Rabbimizin sevgisiyle buluştuktan sonra, O’nun emrettiklerini yapmak kadar kıymetli ne olabilir ki? Bu, ancak insan olmak ve insanca kalmanın gereğidir. Bu muhabbet ve sevda kadar aziz olan hiçbir şey asla olamaz!

İbn-i Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“İslâm beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah’ın evi Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (Buhârî, Îmân 1, 2, Tefsîru sûre(2) 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, Îmân 13)

Evet. İşte gerçek. İman ve teslimiyet… İnandıktan sonra onun gereklerini hayata geçirmek. Buna riayet edenler kazanacak, uzak duranlar ise kaybedeceklerdir.

O halde “mü’minim” diyen insan kendisini sorgulamalı, Rabbinin emir ve yasaklarına ne kadar riayet ediyor ona bakmalıdır. Aksi halde kaybedenlerden olacaktır.

Gerçekler böyleyken kendimize soruyoruz şimdi:

-Günümüz keşmekeşinde nasıl bir hayat tarzı izliyor ya da neye uygun bir hayat tarzı sergiliyoruz acaba? Neyin ya da kimin isteklerini hayata geçiriyoruz?

Kazancımız ne, kaybımız ne?

Ebedî hayata ne götürmekteyiz. Şimdi taşıdıklarımıza bakalım. “Şimdiye bakma canım daha sonra onları iyileştiririz” demek, tamamen şeytanın tuzağına düşmektir. Rabbimiz korusun!

Ama gerçekleri saklamaya gerek yok. Kahır ekseriyetle dünya tuzağına düşmüşüz. Gafletle devam eden ve hızla akan bir kısır döngü içerisindeyiz. Emeller ve arzular nereyi gösteriyor? Bu gemi ne kadar gider böyle? Hani Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in bir örnekleri vardı ki, o ne güzel bir öğüttür bizlere.

Abdullah b. Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivâyet edilir:

“Peygamberimiz (as) bir dörtgen yaptı ve ortasından da dışa doğru çıkan bir çizgi çekti. Bu ortadaki çizgiye yan taraflardan birkaç kısa çizgi daha çektikten sonra şöyle buyurdu:

Bu (dörtgenin içindeki çizgi) insan. Bu da (yani dörtgen de) onu kuşatmış (yahut sarmış)  olan eceldir. Dörtgenin dışında bulunan çizgi ise onun arzularıdır. Şu küçücük çizgiler de insanın başına gelen hastalık, fakirlik ve musîbet gibi hallerdir. Bu çizgilerden biri olmazsa diğeri mutlaka insanoğlunu yakalar. (Buhârî, Rikâk: 4; Tirmizî, Kıyâme: 22; İbn-i Mâce, Zühd: 27)

Dörtgen; onu kuşatan ecelidir.

Ortadaki çizgi; insandır.

Dışardaki çizgi; insanın emeli ve arzularıdır.

Oklar; insana isabet eden çeşitli sıkıntılardır.

Gerçekten de çok düşündürücü bir misalle anlatılan manâ. İnsanoğlunun kaçamayacağı yegâne hakîkat. Emellerine ulaşmadan kendisini alıp götüren ecel! Nefes tamam, hayat tamam!

Yaşamak Hakk’a kulluktur özün yanarcasına,

Manânın her anında tefekkür, ağlarcasına…

Bu sırra ermek ne güzeldir. Bunsuz yaşamak ise, yaşarken ölmektir.

Hep gideceğiz, sahilde gemimiz beklemekte,

Uzun bir yolculuğun düdüğünü öttürmekte…

O’nu unutmadan yaşamak…  Yavrularımıza O’ndan geldiğimizi ve O’na gideceğimizi öğretmek. İşte dersimiz. Bu dersi iyi işlemek gerekiyor. Yoksa dünya hayatının bir anlamı kalmıyor.

Düşünmek ve sonuca varmak… İnsanın işi. Kazanan insan odur.

Rabbimiz ferasetle bakan, tefekkür eden ve güzel sonuca ulaşan kullarından eylesin. O’na emanet olunuz!