Ülkemizde yaşayan Hanefilerin kahir ekseriyeti itikâden Maturidi mezhebine mensup olmakla birlikte pek çok kişi Maturidîlik hakkında yeterli bilgiye sahip değildir. Bu nedenle bugün Ehl-i Sünnet’in iki büyük kurucu mütefekkirinden biri kabul edilen Ebu Mansur Maturidî’den bahis açmak istiyoruz.
Söze, Maturidî düşüncenin aksiyolojik paradigma itibariyle İslam medeniyetinin en önemli yapı taşını teşkil ettiği iddiasıyla başlayalım. Öyle ki bugün onun düşünceleri her zamankinden daha fazla önem arz eder hale gelmiştir. Maturidî düşüncenin epistemoloji, ontoloji ve teoloji ile ilgili döneminin kimi paradigmalarına göre “hiza dışı” sayılabilecek fikirleri bugün daha değerlenmiş olarak geçerliliğini korumakta ve modern açmazlarda anahtar rolü gören çözümler üretmektedir. Bilhassa benimsediği ve geliştirdiği metodoloji çağının fersah fersah ötesindedir.
Öte yandan erken dönem mezhepler tarihi ve bibliyografik eserlerde İmam Ebu Mansur’un adı adeta yaşamamış gibi hiç anılmamaktadır. Sanki birileri Eşarî’den önce Sünnî kelamını hem sistemleştiren hem de kuramlaştıran bu büyük bilginin sesini kısmak istemiştir.
Peki İslam medeniyeti için bu kadar ehemm-i mühim görülen Maturidîlik, neden kendi mezheptaşları tarafından dahi ihmal edilmiş ve Eşarilik kadar popüler hale gel(e)memiştir? İmam’ın sesini kim/ne yok etmiştir?
1) Maturidîliğin İslam medeniyet tarihinde hak ettiği şöhreti yakalayamamış olmasının başında coğrafi sebepler zikredilir. Zira hilafet merkezi Bağdat idi ve Bağdat aynı zamanda ilim ve medeniyetin merkezi konumundaydı. Her ne kadar Ebu Mansur; ilim ve felsefeye fevkalade değer verilen, huzur ve sükûnun hüküm sürdüğü, farklı ekollere ait onlarca medresenin bilim ürettiği bir dönem olan Samaniler devrinde yaşamışsa da Semerkant bu çekim ve etki merkezinin dışında kalıyordu.
2) Arap tarihçilerinin bir milliyetçilik güdüsüyle Türk asıllı olan Maturidî’yi ihmal etmiş olmaları da Arap- Mevali ayrımcılığının ürettiği kültürel faktörlerin dini sap(ta)malardaki etkisi hatırlandığında göz ardı edilemeyecek bir olasılıktır.
3) Maturidilîğin siyaset/imamet teorisinin Eşarîliğe nazaran daha özgürlükçü ve adalet temelli oluşu siyasi rejimlerce Eşarîliğin yüceltilmesine, Maturidîliğin fikirlerinin ise Nizamiye medreseleri gibi resmi eğitim kurumlarında kendine yer bulamamasına neden olmuştur. Sözgelimi Eşarîler zorla ele geçirilmiş dahi olsa devlet başkanını eleştirmez ve ümmetin maslahatını önceleyerek isyana karşı çıkarlar. İmam Maturidî ise isyan etmeyi doğru bulmasa da şiddet ve zorbalık yoluyla elde edilmiş bir iktidarı meşru saymaz, zayıflığına vurgu yapar. Ona göre devlet başkanı alacağı kararlarda danışmanlarıyla istişare etmelidir. Tek başına aldığı kararların olumsuz neticelerinden mesuldür, hesap verir. Bu anlamda onun Şii imamet kuramından etkilenmediği anlaşılmaktadır. Zira Sünnî siyaset teorisinde sultanın zımnen sahip olduğu dokunulmazlık vasfı, her ne kadar “ümmetin yararı” gerekçesi üzerinden meşrulaştırılsa da biraz eşelendiğinde Şii teolojinin etkisi fark edilecektir.
4) Maturidiliğin sadece Hanefiler tarafından benimsenmesi, Eşariliğin ise hem Şafiiler hem de Malikilerce kabul görmesi Eşariliğin daha geniş bir hinterlantta kendine varlık alanı açmasını sağlamıştır.
5) Maturidiliğin aklı öncelemesi ve rasyonel yöntemleri benimsemesi de muhafazakar ulema ve biyografi müelliflerince hoş karşılanmamıştır. Tevil usulünü benimsemesi, bazı Hanefi düşünürler tarafından dahi muhalefete maruz kalmasına yol açmıştır.
6) Bir başka sebep ise onun yazdığı eserlerdeki dilin, Eşarî’nin eserlerindeki kadar sade olmamasıdır. Bu gerçeklik onun fikirlerinin toplumsal zeminde yaygınlaşmasını zorlaştırmıştır.
Hasılı kelam post modern dünyanın Müslüman evlatları, yeryüzünde “hayrın ve salahın” egemen olması için çağa velûd bir soluk üfleyecekse bu nefha Maturidî hikmetten neşet edecektir.
Reis-ü Ehl-i Sünne lakabıyla maruf, ömrünü ilme adayan derviş ruhlu bilgeyi rahmet ve minnetle anıyoruz.
Baki selam…